Duyguyu Resmetmek – Salime Kaman

Salime Kaman
Salime Kaman

Rainer Maria Rilke’nin nesnelerin melodisi üstüne söylediğiİster bir lambanın cızırtısı olsun, ister bir fırtınanın uğultusu, ister akşamın soluyuşu olsun, ister seni sarıp kuşatan denizin iniltisi, her zaman arkanda binlerce sesten dokunmuş engin bir ezgi sürdürür varlığını ve ezginin ancak orasında burasında senin solo müziğine yer vardır. Ne vakit söz konusu ezgiye katılacağın, yalnızlığında yatan gizdir; bunun gibi, başkalarıyla gerçekten ilişki kurabilme sanatı, yüce sözlerden aşağılara inip ezgiye katılmakta saklıdır.” sözlerinde ki gibi, nesnelerdeki gizler de, kişilerin derinliklerinde yatan duyguları ile kaynaşır ve onların özlemleri gibi seslerini yükseltirler. İşte bu içten itirafların dili güzelliktir. Sanat normalden daha devingen, alçak gönüllükten daha uzak bir yaşam biçimi oluşturur. Sanatçı yakarış dolu sorularıyla en suskun nesnelerin yanına sokulur. Hiç bir yanıt onun için yeterli değildir. Hep daha ileriye gitmek ister. Sanatların tümü güzellik dillerinin deyimleriyse eğer ince duygunun dışavurumunun yeri, duyguları kendine konu yapan şiir sanatıdır. Şiir, sanatçı ruhundan koparak özgür duruma geçen çok ince, çok kişisel itirafların dile getirilmesidir.

Resim sanatı da, örneklemeci değildir, biçimleri tekrar etmez, güçleri ele geçirir, duygu resmedilir. Deleuze, Bacon’ın resimlerinin şiddeti ile etkilendiğini ifade ederken, buradaki şiddet temsil edilene bağlı değildir. Resim, çizgi ve renk özdeklerinin esnek bir bileşimi içinde yoğunlaşır. Bacon görüntünün şiddetiyle duygunun şiddeti arasındaki ayrım konusunda ısrarlıdır. “Birine ulaşmak için ötekinden vazgeçmek gerekir” derken duygunun şiddetini yaratımın ölçütü olarak görmesi, Deleuze’un 1964 ten sonra yaptığı Proust[1] ile ilgili incelemeden sonradır. Bacon, “Yenilik bütün yapıtın tek ölçütüdür” derken şiddet ve geleceği görme, güçler ve etkilerin ilişkisi, düşünce için bir sarsıntı olarak belirmesini ifade etmiştir.

Deleuze, sanatların edimsel ve estetik ortaklığını tanımlayan güçleri anlamak gerekliğini ifade ederek sanatların tanımını “güçleri resmetmek” olarak dile getirmiştir. Güçleri elde ederken temsil edilen biçim organik klişe gibidir. Bu müziğe de uygulanır.

Müzik kulağa ses yayar ve bedeni gerçekten ayırır. “Resmin her yerde gözü vardır” derken Deleuze,”nefes alan tablo” ifadesini kullanır. Resim ve müzik farklı duyumsal dizgelerden çıkarlar. Güçleri farklıdır. Tekil sanatların incelenmesini açan da budur. Her ikisinde de duyumu kendi yoğun ve güç verici boyutunda sergileyerek açıklamaktır. Hissedilmeyen güçleri elde etmesini sağlamaktır. Demek ki resim ve müzik etkileriyle ayrılıyorsa ve hatta müzik resmin bittiği yerde başlıyorsa her ikiside duygu ile ilgilidir. Güç duygunun koşuludur ve “bir imgeyi” üreten güçlerin ilişkisi olan duygu, algı ve etkidir. Duyumun var olması için bir gücün beden üzerinde etki etmesi gerekir. Duygu, kendini koşullandıran güçlerin etkisiyle bambaşka bir şey verir. İşte resim görünmeyen güçlerin görülen dışavurumu olarak tanımlanır.

Müzik sessiz güçleri sesli, resim görünmeyen güçleri görünür kılar.

Resim müzikten ayrılır çünkü “bedenin özdeksel gerçekliğini, kendi renk ve dizgesiyle ve çok işlevli organı gözle” keşfetmektir. Bacon’ın resimlerindeki kişiler, görünmeyen güçleri nasıl görünür kılmalı sorusuna en uygun cevabı vermektedir.

Yine resimlerindeki yüz ifadelerinin içeriğini sanatçı şu sözlerle dile getirmiştir.

“Aslında dehşetten çok, çığlığı resmetmek istiyorum. Sanırım, bir insanın çığlık atmasına neden olan, bir çığlığa yol açan dehşeti düşünmüş olsaydım, resmetmeye çalıştığım çığlıklar daha başarılı olurdu. Aslında fazla soyut kaldılar. En başında bu resimler benim, ağzın hareketlerinden, ağzın ve dişlerin diziminden her zaman çok etkilenmiş olmamdan kaynaklandı. Denebilir ki ben, ağızdan gelen parlaklığı ve rengi severim; her zaman ağzı, bir anlamda Monetin gün batımını resmetmesi gibi resmedebilmeyi ümit etmişimdir.”

[1] 1964’te yayımlanan Proust ve Göstergeler çalışması Deleuze’ün edebiyata etraflıca yöneldiği ilk çalışmasıdır

Bacon, Kendi portresi, 1971, T.Ü.Y.B., 35.5x30.5 cm.,( Georges Pompidou Modern Sanat Müzesi, Paris)
Bacon, Kendi portresi, 1971, T.Ü.Y.B., 35.5×30.5 cm.,( Georges Pompidou Modern Sanat Müzesi, Paris)

 

Bacon, insanoğlunu ‘doğası henüz gelişmemiş hayvan’ olarak nitelemesi yapıtlarındaki figürlerini genelde kapatılmış-kafeslenmiş olarak iç mekanda resmederken, insanoğlunun yozluğu, kötülüğü ve karanlığı onun işlediği konuları olur. Figürlerini betimleme biçimi ile, modern çağ insanının, ruhsal bozuklukları ve hiçlik duygusunu anlatmaya çalışır.

İzleyicisine, okuyucusuna kuvvetli duyumsal yoğunluk hissettiren sanatçı, resimlerinde öykücü anlatımdan her zaman kaçınmıştır. Bu nedenle izleyici onun resimleri karşısında bir yandan ürperti hissederken, diğer yandan beğeni sezer. Francis Bacon’a göre sanat,başlangıcından bugüne değin yaşamın iyi yönlerini aktarmak için kullanıldığı gibi, bir o kadar da yaşamın kötü yönlerini de aktarma gücüne sahiptir. Bacon’un yapıtlarında olduğu gibi korku, acı ve dehşet imlerinin yer alması gerçekte bunların kaynağına yönlendirilmiş bir tür isyan, bir başkaldırıdır. Sanatçı yaşama dair korkularını, isyanlarını estetik ve plastik çerçevede yapıtlarında dile getirmiştir.

Bacon’ın güçleri, bedenin beklentilerini ve itkilerini ifade etme biçimini “Figür(tasvir)” diye adlandırılır. Bedenin güçlerini, özdekler, çizgiler, renkler, resmin ürettiği etkilerin düzleminde duyumsanması gereken bozulmaları elde etmeye ulaşır. Yani duygu bozulmaların yöneticisi ve beden değişmelerinin sorumlusu gibi görünür. Güçleri elde etme, özdeğin kendiliği, maddenin ve biçimin birleşimini gerçekleştiren çok farklı bireyselleşmeden ibaret olduğudur. Özdeğin kendisi duyarsız olan güçleri duyarlı kılmaya yarar. Bacon’ın resimlerinde bu güçler, özdeğin işleyişinde duyarlı kılınan bedenin güçleridir.

Bacon, betimleme, resimleme ve bedenin uygun temsili gibi kavramlardan kurtulur.

Deleuze, betimlemeyi Lyotard’ın betimseli ile karşılaştırır. Anlatı yoktur ama betimsel olay vardır. Tasvirin duyarlı belirişinde bir şeyler geçer. Bu tasvir biçimlerin(simgesel) değişiminin soyut gösteriminden değil, bedenin (betimsel) bozulmasının yoğun niteliğinden doğar. Kalıpların bozulması için simgeselden çıkmak yeterli olmaz. Tıpkı, söz diziminin düzensizliğini taklit ederek şiirsel olaya ulaşılamadığı gibi. Tasvir duyarlı biçimse eğer, bundan özdeksel ve duyarlı, değişken ve yoğun, değişim ve belli soyut biçimi olmayan yeni bir kavram söz konusu olur. Deleuze’de bu biçim, güç ilişkisinin bir bileşimidir. Güçler söz konusu olur ve biçimler de güç-oluşlardır. Bacon’ın yaratıcı resim gücü, tasvir yoluyla portre sorununun ortaya koyduğu şiddetle ölçülür. Duyguyla ilgili olduğunda biçim bir güç sorunudur. Duyguyla ilgili biçim (tasvir), zihinsel olmayan fikirdir. Deleuze, Différéncé et Répétition (Fark ve Yineleme) kitabından itibaren bu ifadeyi kullanmıştır. 1968 yılında yayımlanan Fark ve Yineleme kitabında Deleuze yeni bir fark kavramı ortaya koymaya çalışır. Bu girişimin odağında farkı özdeşliğin türevi yani iki özdeşlik arasındaki bir ilişki olarak değil de hiçbir dolayıma başvurmaksızın kendinde fark olarak kavramak yatar. Bu yeni fark kavrayışı beraberinde yeni bir yineleme kavrayışını da getirir, böylece farkı özdeşliğe indirgeyen en temel manevralardan biri tekrarın varsaydığı zamansal dağılıma ilişkin olur. Fark ve Yineleme kitabındaki “dogmatik düşünce imajı” tartışması da Deleuze’in felsefe tarihiyle hesaplaşması açısından önemli izleklerden birini ortaya koyar.

Salime Kaman
Salime Kaman

Fikir dediğim şey düşünceyi üreten imgelerdir” derkende Deleuze, duygu olarak ifade edilen güçlerin ilişkilerini anlatmaya çalışır.

Deleuze’de düşünceyi yaşama bağlamak ve onların ayrık birlikteliklerini bir yaratmanın belirmesi olarak düşünmek olasıdır. Felsefe ve sanat arasındaki ilişkileri, sürekli değişim halindeki dizgenin yönetici güç yollarını gösteren dört ilke altında yoğunlaştırılır. Deleuze’ın göstergebilimi anlaksaldır. Sanatı düşünce sorunu olarak ele alan Deleuze önce düşüncenin yaratımıyla ilgilenir. Deleuze’in göstergebilimi yaşamsalcıdır. Bu düşünce beyin özdeğinde oluşur. Sanat yaşadığı yerle değişen, biçimlerin oluşunu devinimsel değişimler olarak ortaya koyan canlının açıklayıcı yeteneğinden doğar. Bu da, felsefeyi aşkınlığın eleştirisi olarak tanımlayan Deleuze’ün temel yöntemsel yönelimleriyle de ilgilidir. Deleuze’in gösterge bilimi duyularla algılanabilen yani özdek etkisinin öğretisidir. Çünkü sanat gerçek etkiler yaratan bir bedendir. Özdeğin kendiliği göstergeyi güç ve belirti bilimsel bir değere sahip bir etki olarak belirler. Bir düşünce ve kavramı gerçekleştiren Deleuze’in gösterge biliminin dördüncü önerisi diğer üçünün özeti gibidir. Özel anlamdaki gösterge bilim, imgenin etkisi altındaki düşüncenin duyarlı oluşumunun öğretisidir. Hızlardan, yavaşlıklardan ve güç değişimlerinden oluşmuştur.

Deleuze’deki sanatın temel güçlerinin düğümünü bu dört öneri çözer ama organsız beden, şizofreni, klinik eleştiri gibi kavramların oluşumu bir dizi değişime uğrayan hareketli bir birleştirme içinde biraraya gelirler. Yapıtın haritalandırılması içindeki yönlendirmeler, düşünmek, yaşamak, yaratmak. Bunlar Deleuze’ın düşünce evreleridir. Düşüncenin oluşum sorununu ortaya koymasıda Différéncé et Répétition (Fark ve Yineleme)’ye kadar devam eder. Deleuze’in sanatı siyasal bir güç olarak özümseyen bir dirimselciliğe götürmesinde Guattari’nin katkısı büyük olmuştur. Kültürlerin etolojisi içinde sanat toplumsal bedenlerle ortaya konan öznelleşme yöntemlerinin eleştirel ve klinik açıklamanın özel güçüyle donanır.

Oluşu tarihe bağlayan yaratım sorunu sanat felsefesini kendilik kuramına, özdeklerin yoğun oluş kuramına ve imgenin gösterge bilimine doğru götürür.

Et tenin ölmüş olanı değildir. Tüm acıları taşımış ve yaşayan tenin tüm renklerini üzerine atmıştır. Tüm o çırpıntılı acılar ve kırılganlık, ama aynı zamanda rengin ve canbazlığın çekici icadı. Bacon, “hayvanlara acıyın”demez daha ziyade, acı çeken tüm insanlar birer et parçasıdır,der.” Gilles Deleuze bu sözleriyle, organsız bir bedene, uzamsız ve zamansız bir süreye benzettiği, sürekli oluşlardan oluşan ama kavramların kavrayamayacağı yepyeni bir düşünme olanağını temellendirmeye çalışmıştır.

Salime Kaman

Sanat Eleştirmeni-Ressam