“Arkanda beni bırak gönlüme aldırma, ardında bir beni bırak gönlüme duyurma…”
Mecra’nın terası ferah. Hafif bir akşamüzeri esintisi, Kadıköy sahilinden deniz kokusu taşıyor. Rüzgâr, bar taburelerinde oturanların saçlarını dalgalandırıyor.
Jehan Barbur’u dinlemeye gelenler biralarını tokuşturup sohbet ediyorlar. Hüsnü Arkan’ın ‘Dağlar’ı, Büyük Ev Ablukada’nın ‘Arayan Bulur’u eşlik ediyor onlara. Bazen Barbur’un da şarkıları duyuluyor. ‘Aşk’ta kısa bir suskunluk belli ediyor kendini. Birkaç kişi eşlik ediyor hoparlörlerden terasa yayılan sese.
Oyalanıp durur içimin incesinde
Pusuya yatmış kelebek uçamaz kış günlerinde
Yarını beklermiş sesi utanır şimdilerden
Yaşayamazmış gibi ölecekmiş hissederse
‘Misafir Odası’
Mecra, küçük bir ‘Misafir Odası’ kurmuş terasa; iki kamera kayıt yapmak için bekliyor. ‘Oda’nın bir köşesinde antika daktilo var; iki kişilik koltuğun kenarından mikrofon sarkıyor. Jehan Barbur burada olacak birazdan – belli!
Terası dolduranların çoğu genç. İşten çıkıp geldiği gömleğinden belli olanlar da var; en rahat hâlleriyle ‘marjinaller’ de.
Terasa çıkan merdivenlerin başına stant kurulmuş, Barbur’un kitapları satılıyor. Kimi seyircinin elinde oradan alındığı belli ‘gıcır’ kitaplar; kimininse elinde satırları haşince çizilmiş, ‘okunmuşlar’ var. Söyleşinin ardından imzalatmayı bekliyor hepsi.
Arkamda oturan ‘gömlekli gençler’den birinin telefonu çalıyor; arayan patronu. Eli ayağına dolanıyor önce; sonra açıp, sakince “Bir konferanstayım şu anda, sizi sonra arasam olur mu” diyor. Telefon kapanıyor. Anlaşılan: “Olur..”
Yazının devamını okumak için tıklayın