Tuğrul Eryılmaz, eşi benzeri nadir bulunur ölçüde ‘açık sözlü’ ve ‘sivri dilli’ bir insan. Kitapta da kendisini pek sınırlamamış! Değindiği hemen her konu bağlamında birilerine ‘laf atmayı,’ onlarla ‘uğraşmayı’ ihmal etmemiş. Bu yazıyı okursa, “Sen öyle zannet, daha neler söylerdim de tuttum kendimi,” diyebilir kuşkusuz!
Yayınlanacağını hiç bilmediğim bir kitap çıktı İletişim’den, pat diye! “68’li ve Gazeteci.” Gazeteci Tuğrul Eryılmaz ile nehir söyleşi. Tuğrul Bey’in yaşamı…
“Her ne kadar hayli genç görünse de yaşını başını almış bir gazeteci Tuğrul Eryılmaz, ne ara ‘Tuğrul Bey’ oluverdi?” diye sorabilirsiniz. Belki, kürsü hocam rahmetli Yavuz Sabuncu’nun bir ömür sevgili arkadaşı ‘Tuğrul’ olduğu için. Belki de Radikal İki günleri nedeniyle… Kitabı merakla okudum ve doğrusu Tuğrul Eryılmaz’ı sinirlendirmemek için yazmayı düşünmüyordum ilkin! “Ne diye benim nehir söyleşi hakkında yazdın şimdi, anlattım zaten anlatacağımı, okuyan okur, çok gereksiz olmuş,” diyerek tepki gösterebilir. Zira, hikâyesine ve anlatımına bakarsanız huysuz bir insana benziyor Tuğrul Eryılmaz. Arkadaşı, sevgili hocam rahmetli Yavuz Sabuncu gibi!
Yazının dili biraz ‘samimi’ olduğuna göre bir iki özel şey söyleyerek başlamak isterim: Hayatımı iki şehirde geçirdim. İstanbul ve Ankara. İkisini de farklı gerekçelerle seviyorum. Ankara, atmosferi ve insanıyla İstanbul’dan epey farklıdır. Akademisi, entelektüellerinin olup biteni yorumlaması, arkadaşlık ilişkileri… Hele bir de Mülkiye’ye bir tarafından bulaşmışsa insan! Ankara’dan şu ya da bu nedenle geçen ‘okumuşlar,’ Mülkiye’ye bir yerinden dokunur. Öğrencisi olmasalar da orada okuyan ya da çalışan birileriyle temasları olur. Toplantıda karşılaşır, kahvede, lokantada görüp selamlaşır, aynı geleneksel meyhanede sohbet eder.
Hem Mülkiyeliler hem Ankara’nın eğitimli orta tabakası, biraz zor beğenir. Misal, tiyatrocular, kendileri için asıl sınav yerinin Ankara turneleri olduğunu söyler her zaman. Bana kalırsa, Mülkiye’de bir zaman bulunup orada konuşmalar yapmış, tartışmış, kavga etmiş, bazen saçma sapan ifadelere maruz kalmış ve tüm bunlara rağmen akıl sağlığını iyi kötü korumayı başarmış biri, bu memleketin her yerinde özgüvenle ‘konuşma’ yapabilir! İstanbul ise daha yumuşak ve mültefit. Ankara biraz ‘dayak atarak’ yetiştiriyor insanını. Doğru yanlış bilemem ancak belirgin bir fark var iki şehrin kültürü arasında.
Neden anlatıyorum bunları? Tuğrul Eryılmaz ile yapılan nehir söyleşiyi okuyunca, bir kez daha düşündüm ‘mektep’in (SBF) etkisi, 1960’lar 70’ler’in ‘okulu’ ve bir de, ‘huysuzluk’ üzerine! Aynı kuşaktan hocaların ‘eleştirelliği’ ve ‘kırmızı kalemleri!’ Huysuzluk kötü bir nitelikmiş gibi görünse de kişi, zaman ve mekâna göre, hiç de olumsuz çağrışımlara neden olmayabilir. Hocalarımın eleştirel bakışlarını, huysuzluklarını ve kırmızı kalemlerini özlüyorum. Hayatımın en güzel zamanlarıydı. Haklarını ödeyemem. Küçük düşürüp kalp kırmak için değil, ‘daha iyisinin’ ya da ‘bir diğer seçeneğin’ mümkün olduğunu göstermek için çaba harcadılar.
Yazının devamını okumak için tıklayın