Yetmişli yılların ortasından itibaren tam bir kitap kurdu olarak sürdüm izlerini hayatın… Kemalettin Tuğcu’dan Fyodor Dostoyevski’ye erişen yükseltide epey bir tırmanmışlığım vardır. Yüz binlerce sayfanın dalgalandığı binlerce kitap… Doksanlı yıllarda, eskiden yuvam olan evde, Adana’nın en büyük özel kütüphanelerinden birini kurmayı başarmıştım.
Rakamlarla konuşmak bazı durumlarda görgüsüzlüğe yakışır bilirim. Onun içindir ki, şimdiye kadar okuduğum ve sahibi olduğum kitapları tam olarak saymamaya çalıştım. Fakat, hesabı yuvarlamak gerekirse, okuduklarımın 1.000’in çok çok üzerinde olduğunu, kütüphaneme yerleştirdikleriminse bir zamanlar 7.000’e yaklaştığını söyleyebilirim… Bu aritmetikte Teksas, Tommiks gibi çizgi romanları dikkate almıyorum. Fotoromanvari eserleri (!) veya Ayşegül, Keloğlan gibi resimli kitapçıkları filan da eklemiyorum 1.000’in artılarına.
Çoğu zaman, hayatım (roman olmasa bile) kitap oldu… Umarsız, çökkün anlarımda duygularıma zerk ettiğim devaydı, birbiri ardına dizilmiş kelimeler, paragraflar… Matbaa mürekkebinin değdiği sayfaların kokusundaki nefaseti, dünyanın en değerli esanslarıyla kıyaslamazdım bile. Okuma, öğrenme ve sahip olma açlığımı gidermek için fazlasıyla yeterdi onlardan aldığım keyifli nefes.
Neyse, lafı daha fazla uzatmadan sadedine gelip geçeyim bu bölümün…
Bir kısırdöngüde vurulur yıkılırız bazen, fasit daireler dolanıverir her yanımıza. Bedenimiz, düşüncelerimiz ve duygularımız bir idam sehpasına yığılır kalır… Yıllar önce işte böyle bir haldeyken, anlık kararla darmadağın etmiştim kitaplarımı, kitaplığımı… Ve sonra öyle bir boşluğa düşmüştüm ki, sormayın gitsin! Kendimi biraz toparlayınca, dibini gördüğüm çukurdan çıkmak için, kollarımı ve de yüreğimi sonuna kadar sıvayıp yeniden kucaklaşmaya başladım sayfalarla ve hayatla.
Beni dinlerseniz, kitapsız ve sanatsız sürecek bir ömrün tamamlanamamış olarak biteceğini işitirsiniz… Gelişen teknolojinin endamıyla, sayfaların, çerçevelerin, heykellerin tozlarını sadece dijital ekranlardan alma çağına doğru gidiyorsak da bugün… Bilirim, basılı kitapların yalnızca müzelerde veya göstermelik koleksiyonlarda yer bulacağı o kültür diyarına varmaya yetmeyecek ömür biletim. Öyleyse şimdilik bizlere, kıymetini bileceğimiz sayfaları sevgi’li yüceliğinde dilemekle yetineyim.
***
Alişer Avcı, 1973 yılında Mardin’de doğmuş… Dicle Üniversitesi Resim Bölümü’nde gördüğü eğitimi başarıyla tamamladıktan sonra öğretmen olarak Adana’ya atanmış. Öğretirken öğrenme ve üretme yolundan asla ayrılmayan ressamımız, 4 kişisel resim sergisi açmış. Plastik sanatların yanı sıra edebiyata da sarılan Avcı, kendi deyimiyle “Resimde sustuklarını şiirde konuşmuş”. Bugünlerde, “Eva – Sadece Sesini’’ adlı şiir kitabıyla gündeme dokunan ressamımız, düşüncelerini şu sözlerle paylaşmakta:
“Bir ressamın edebiyata ilgi duymasının şaşırtıcı bir yanı yoktur… Çünkü edebiyat ile resim arasında tarihe dayanan çok köklü bir ilişki vardır. Ressam edebiyatçıların sayısı oldukça fazladır… Michelangelo’dan Nazım Hikmet’e, Metin Altıok’tan İlhan Berk e, Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan Oktay Rıfat’a, Metin Eloğlu’ndan Necmi Zeka’ya, Louise Janmot’tan Ferit Edgü’ye, Enis Batur’dan William Blake’e kadar.
Dünya edebiyatında olduğu gibi bizde de çoğu edebiyatçının hep bir ressam yanı olmuş, kimi zaman da ressamlar edebiyata uzak kalmamış. Kimi ressam yazar olarak, kimi de yazar ressam olarak iki alanda da kalıcı eserler vermiştir.
Aslında sanat dallarına ortak akımlar etki eder ve yön verir ve ortak paydaşları olan bütün sanat dallarının birbirini anlamaya ve tanımaya ihtiyaçları vardır. Diğer bir ifadeyle sanat alanları birbirini etkileyip zenginleştirmek durumundalar.”
ŞİİR VE RESİM
“hadi gülümse / yağlı boya resmini yapacağım / ışığı terebentinle buluşturup / gülüşünü bitimsiz zamanlara asacağım” diyor Alişer Avcı, kitaptaki şiirlerinden birinde… Ve şu sözlerle devam ediyor anlatmaya:
“Yazdığım şiir kitabı ‘Eva-Sadece Sesini’ Ocak 2021’de Kanguru Yayınlarından çıktı. Bir ressamın kaleminden aşk, umut, ayrılık ve kavga şiirleri… Şiirleri okurken yer yer adeta bir ressamın fırça kullanışına şahit oluyorsunuz. Resim terminolojisinin sıkça kullanıldığı şiirler bir yanıyla da duygu yoğunluğu ile ön plana çıkmakta ve okuru derin bir yolculuğa çıkarmaktadır.”
SIKINTILI DÖNEMDE YARARLI İŞLER
“Salgın dönemi her ne kadar etkileşimde ve iletişimde ciddi sorunlara yol açmış olsa da, ekonomik ve sosyal yapıyı altüst etmiş olsa da ben kendi açımdan çok verimli geçirdiğimi söyleyebilirim. Onlarca resim yaptım, bir o kadar da şiir ve öykü yazdım. Şiir dosyamı tamamlayıp ilk baskısını yaptım. Raflarda aylardır bekleyen kitaplarımı okudum, uzun zamandır izlemek için fırsat kolladığım filmleri izledim. Sanattan hiç kopmadan üretmeye çabaladım.
Hepimizin sitem ettiği zaman bulamama konusu için salgın dönemi bir fırsat aslında. Bence karamsarlığa kapılmadan bu dönemi en verimli şekilde atlatmaya çalışmak lazım. Sanatla kendimizi yeniden var edebilir, daha sağlıklı ve daha güçlü bir şekilde ayağa kalkabiliriz.”