Karanlık odadan bellek odalarına: “Yerel yönetimler harekete geçmeli”

Güliz Vural 

Fotoğraf, unutmanın, hafıza kaybının önündeki en büyük engel. İnsanın, toplumların geçmişle bağını kuran fotoğraf sanatçıları, arşivleriyle görsel tarih yazıyorlar fakat gölgede kalan önemli bir kaynak da Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye’nin birçok yerinde kurulan fotoğraf stüdyoları. İnsanlar kendilerince benimsedikleri fotoğraf adabıyla en güzel kıyafetlerini giyip bu stüdyolarda pozlar verdiler. Doğumlarda, sünnetlerde, okula adım atılan zamanlarda, nişanlarda, düğünlerde ve özel günlerde bu stüdyolara koşup, kendi tarihlerini “en güzel” halleriyle taçlandırmak istediler. Bu sayede Türkiye’nin pek çok köşesinde, kentinde, sokağında, mahallesinde ve evinde ciddi bir arşiv oluştu. Bunların hepsi tek tek okunabilecek, keşfedilmeyi bekleyen birer hazine aslında! Bu arşivler bu coğrafyanın bellekleri!

Özellikle Anadolu’nun pek çok yerinde kurulmuş fotoğraf stüdyosu arşivlerine ne olduğunu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde akademisyen olan, aynı zamanda fotoğraf sanatçısı Kamil Fırat’a sorduk: 

 “Dijitalle birlikte arşiv yüke dönüştü!”

Fotoğraf bulunduktan çok kısa süre sonra Osmanlı coğrafyasında da karşılık buluyor. Önce sarayın himayesinde gelişen fotoğraf, daha sonra sarayın sınırlarını aşan bir özellik kazanıyor. Özellikle İstanbul’da yüzlerce stüdyo açıldığını biliyoruz. Osmanlı’da ağırlıklı olarak İstanbul merkezli fotoğraf stüdyolarının varlığına karşın, Cumhuriyetin kurulması ile birlikte önce büyük kentlerde daha sonra ise neredeyse her kasabada fotoğraf stüdyoları açılmıştı. Bu stüdyolar ağırlıklı olarak vesikalık ve aile fotoğrafları çekiyorlardı. Ancak şu bir gerçekti ki fotoğraf endüstrisi olmayan Türkiye, fotoğrafa dair her şeyi yurtdışından ithal ediyordu. Bu, fotoğrafın yaygınlaşma hızını azaltan en büyük etkenlerden biri idi. Bir diğeri ise insan suretine karşı olan inanışlardı.

 Tüm bunlara karşın bugün farklı bölgelerdeki aile albümlerinden fotoğraflara baktığımızda fotoğrafın hayatın önemli bir parçası olduğunu görmekteyiz. İnsanların birbirlerine fotoğraflarını imzalayarak göndermesi bunun iyi göstergelerinden biridir. Bu fotoğrafların çekildiği stüdyolar, özel kişilerindi. Ve çoğu da babadan oğula geçen küçük işletmelerdi. Bu stüdyoların arşivleri gerçekten çok değerli veri olma özelliğini taşımaktadır. O fotoğraflar dönemin sosyolojisini, davranış özelliklerini ve zamanın ruhunu çok iyi yansıtan belgelerdir. Bu arşivlerin akıbeti konusunda çok fazla bilgiye sahip değiliz. Özellikle dijital teknolojinin geleneksel fotoğrafın yerini alması ile birlikte eski stüdyoların bir anlamda tasfiye sürecine girdiğini görmekteyiz. Dijital ile birlikte eski filmler, arşivler çoğu işletme için yük oldu. Hele bu stüdyoların yerini herkesin fotoğrafçı olduğu bir süreç takip edince çoğu kapandı ya da sadece biometrik fotoğraf çeken yerlere dönüştüler. Aile fotoğrafları çektirmek için artık kimse en güzel elbiselerini giyerek stüdyolara gitmiyor! Bu stüdyoların ticari değerini yitirmesi, kaçınılmaz olarak uzun zaman biriktirdikleri negatiflerin akıbetini de flulaştırmış durumda… Ancak şu bir gerçek ki müellifler bir kuşak saklasa da ikinci kuşaktan itibaren bunlar birer yük. Saklanacak yer, koruma koşulları vs.”

 “Yerel yönetimlere iş düşüyor”

Kamil Fırat, arşivlerin kaybolup gitmesinin önüne geçmek için yerel yönetimlerin önemli rol oynayabileceğine inanıyor:

 “Yerel yönetimler bu arşivlerin bölgelerinin görsel belleği bilinci ile bakarak o insanlarla, aileleriyle işbirliği içine girmeli ve arşivleri koruma altına almalı. Bölgelerin tarihi bu arşiv görüntüleri üzerinden yazılabildiği oranda, bölgesel sahip çıkmalar, aidiyet hissinin artması gibi sonuçlar da doğacaktır. Yerel yönetimler evet, yol, su getirmek, çöp toplamak zorundadır. Ancak bunlardan daha önemlisi bu tür çalışmalar yapmalarıdır.

 İsmi fotoğraf tarihine yazılan birçok fotoğrafçının arşivinin ailelerinde olduğunu duyuyoruz. Bir kısmı ise dağıldı. Oysa şu bir gerçek ki bir ülke de fotoğrafın gelişebilmesi için sadece fotoğrafçıların olması yetmez. Fotoğrafçıların yanı sıra galeriler ve en önemlisi bellek mekanları olması gerekiyor. O zaman gerçek anlamda bir arşiv ve tabii ki tarihten söz edebiliriz. Bugün Türkiye’de birçok resim heykel müzesi var. İyi ki de var. Ancak, ülkenin tarihi içinde çok önemli yeri olan fotoğraf için bir tek benzer kurum yok. Bu anlamda özellikle Kültür Bakanlığı ve tabii ki üniversitelerin bu tür kurumların kurulması için öncülük etmesi gerekiyor. Ülke tarihi ile ilgili hamaset kolay! Ancak yarına dünü ve bugünü bırakabilmek için fotoğrafçıların arşivlerinin ya bağış ya da satın alma yoluyla  koruma altına alınması gerekiyor. Kişisel çabalarla kurulan müze benzeri yerlerin akıbetlerine bakıldığında, bunun yerel yönetimler, Kültür Bakanlığı veya üniversiteler dışında yapılabilme şansı yok. Sahip çıkılabildi mi? Tabii ki hayır!”

Yazının devamı linkte

https://t24.com.tr/haber/karanlik-odadan-bellek-odalarina-yerel-yonetimler-harekete-gecmeli,936318