Ben şehirler ile insanları birbirine çok benzetirim. Hani insan da yaşam ile ölüm arasında bir sırat köprüsü vasıtasıyla yolculuk eder ya! İşte şehirler de öyle bir şey…
Bu fotoğraftaki köprü, yaşam ve ölüm gibi iki yakayı birleştiren bir köprü sanki…İnsan hangisi bu yaka, hangisi KARŞI YAKA karar veremiyor. Zaten bu kararı verebilmek, dünyaya hangi yakadan baktığına bağlı değil mi? Adana’da, bu gravürü yapanın bulunduğu yakaya KARŞIYAKA isminin verilmiş olmasını bu yüzden yadırgamayın lütfen.
Karşıyaka deyince aklıma geldi…
Dr Şerafettin Mağnuni’nin bir anısal öyküsünü sizle paylaşacaktım;
Yıl 1311… Yani anlayacağımız biçimde 1895… Nisan ayı… Adana ve çevresinde kırıcı bir kolera salgını çıkmış. İnsanlar bir gün içinde yitip gidiyor. Devlet kolera hastanesi kurulması için ödenek göndermiş… Bir de konusunda uzman kolera müfettişi; Dr. Şerafettin Mağnuni…
Doktor, bir taraftan kolera ile mücadele ederken, diğer taraftan da anılarından oluşan öykülerini yazmış. Sizleri sıkmadan bu anılardan kısa bir bölüm okumak istiyorum. Bu arada isterseniz siz de birkaç Karşıyaka fotoğrafına göz atınız;
(Karşıyaka’dan Adana Görüntüleri)
(Karşıyaka’dan Adana Görüntüleri)
“Tarsus koleradan temizlenince Adana’ya dönerek on gün kadar kaldım. Hastalık burayı da fena sarmıştı. Aynı azalmamış şevkle hayatımızı tehlikeye koyup çalıştıksa da yazık ki sonuç alamıyorduk. Çünkü Tarsus’taki o saygıdeğer Ziya Beyin zekası, çabası ve etkinlikleri yerine burada Faik Paşa adındaki bunamış bir valinin cahilliği, ağırlığı girişimlerimizi sonuçsuz bırakıyordu.
Hele birkaç gün önce gelen ve öğleyin kaleme gider gibi handan çıkıp o gün hastalığa yakalananların ve ölümlerin sayısını merkeze haber vermekten başka bir iş görmeyen karantina müfettişinin valinin tarafını tutması güçlükleri bir kat daha arttırmakta idi. Koleralılara özel baraka biçiminde hastane yapılmasına İstanbul emir vermişti. Bunu kentin uzağında, yüksekçe bir yerde yapacak yerde tam kentin karşısında, nehrin kenarında ve su düzeyiyle bir hizada ve yere inşaya, sözlü ve yazılı protestolarımıza rağmen karar verdiler.
Vakti ki barakalar açıldı (1896). O zamana kadar temiz kalan nehrin çıkışına kadarki köyler ve bucaklara sularla hastalık bulaşarak binlerce kişiyi kırdı geçirdi.” (1)
Ve nehirle yayılan kolera mikrobu binlerce Çukurovalı’yı öldürdü o yıl…
Tahmin edin bakalım o hastanenin akıbeti ne oldu?
Evet! Yakın zamana kadar Adana Devlet Hastanesi olarak bilinen ve günümüzde yıkılmış olan hastane işte o hastane …
Gravürde gördüğünüz mezarlık yıkılarak onun yerine yapılmıştı Adana Devlet Hastanesi… Binlerce Adanalı’nın ölmesi, belki de mezarı bozulanlardan birinin ahı sonucudur.
Ancak Adana Devlet Hastanesi’nin yıkılması, nehrin yanına hastane yapılmaması gerektiği bilincinin oluşmasından değil, sadece eskimiş olmasındandır. Maalesef ülkemizde hala eskimiş olanlara olan düşmanlık, bilimsel bilgilere yakın olmadan çok daha etkili.
Bu arada salgın sırasında aldığı yanlış kararlar nedeniyle yaklaşık beş bin Adanalı’nın ölmesine neden olan Faik Paşa’ya mı ne oldu?
Adanalıların şikayetiyle görevden alındı ve bir rivayete göre eşeğe ters bindirilerek şehirden gönderildi.
(Adana Devlet Hastanesi’nin Açılış Töreni -1896)
Kaynaklar;
Dr. Şerafettin Mağnuni; Yüzyıl Önce Anadolu ve Suriye
Ed. S.Haluk Uygur ve Ali İhsan Ökten; Çukurova Tıp Tarihi