Emre Toğrul / Hepsinden Beter

Emre Toğrul

‘’Kimi insan derbeder,

Ömrünü heba edip gider,

Kimisi maişet derdine düşmüş,

Rahattan bihaber.

Olmayacak işler peşinde,

Kimisi taban teper.

Kimisi dul, kimisi öksüzdür;

Alınyazısı kahreder.

Aklından zoru var kiminin;

Merhamet ister.

Bense sevda çekerim,

Hepsinden beter.’’

Cahit Sıtkı Tarancı’nın 1943 varlık dergisinden bir şiiri,

Yüzyıllar sonra da okunsa yalın insan yaşamına dokunan,

Aslında derdin değil, çekenin kontrolündeki hayatın tarifi gibi.

Pandemi, karantina, dolar, iklim, stragflasyon keşmekeşiyle,

Ağzına kadar yalana dolana batmış dünyanın günlük kaygısında,

Unuttuk sade hayatın rafine keyfini, romantik dinginliğini.

Diyarbakırlı Cahit’in Saint Joseph, Galatasaray, Mülkiye derken,

Paris Science Politique’e uzanan öykü içinden çıkan şiirlerine bakınca,

Acaba gelecek kuşaklarda bu duygulanıma ulaşma entelejansı olacak mı ?

Uzanabilecekler mi bizim gibi eski, ama eskimemiş o hissedişe,

Diyecekler mi acaba ‘’ah ulan ne günlerdi onlar, heyhat bugün nasılız’’,

Yoksa hala duygulanım fakiri metaverslerinde şipşak yaşamaya devam mı?

Evlatlarımın geleceği ile ilgili en büyük kaygım işte bu dostlar.

İnsanı Cahit Sıtkı üstad misali yazdıran o zamana ayarlı imbikten yoksunluk.

Herşeyin madde olmadığını anlatan o üsluba kılavuzluk eden derin iç görüyü,

Maneviyattan maddiyata geçişi bir sis perdesi gibi saklayan sanal ucubeye teslimiyetle,

Aslında dogmadan daha tehlikeli bir şartlanmaya sokan postmodern narsist kisve.

Şöyle demiş Tarancı üstad, o meneviyatın akli tezahürüyle coşunca:

‘’Dün güzel bir kadın geçti,

Kabrimin yakınından,

Doya doya seyrettim,

Gün hazinesi bacaklarını,

Gecemi altüst eden,

Söylesem inanmazsınız,

Kalkıp verecek oldum,

Düşürünce mendilini,

Öldüğümü unutmuşum…’’

∞Ω∞

İnsana öldüğünü unutturan, yaşadığını hatırlatan duygulanıma taşımak,

Sadece Cahit Sıtkıların bedeninde, beyninde olabilecek bir kavram olup,

Salt onun ellerinden çıkan şiirlere müsemma bir haslet mi olmalı?

Toptan kaybediyoruz o dingin romantikliği, sade hissiyattaki erdemi.

Artık peşinde olduğumuz madde de madde değil, meta ortada yok,

Nereye gittiği, nereden geldiği belli olmayan ekonomi dedikleri haydut,

Göstermeden bir varmış bir yokmuşla altüst ederken moral ve mantığı,

Biz hergün eriyen manevi değerlerden uzak, robotlar gibi polarize oluyoruz.

Belki de Cahit Sıtkı, şiirleri bu günler için yazdı, okuyalım o halde:

‘’ Bizim memlekette,

Tarla sürülmesine sürülür,

Yağmur yağmasına yağar,

Toprak ana verir vereceğini,

Bire bin aldığımız olur.

Doğrudur,

Ama neyleyim,

Görünen köy kılavuz istemez.

Senden utanıyorum senden,

Bir şey yapmadığım için,

Ağzı var dili yok, sarı öküz…’’

∞Ω∞

Yaşamın mekanik yüzü ve maddi izine öyle bir daldık ki,

Milenyumun başından beri moralize olma tarzımız materyalist.

Hızlı hareket etmezsek zaman hızlı hareket ediyor paradoksu,

Uygarlık bize bulaştığından beri açıklanamaza ve bağlantısıza olan direnç,

Düşünce ve yaşam tarzlarının ‘’ kreşendo örneği’’ sanal gelişim ivmesi,

Bizi artık geri dönülemez bir yeni dünya düzenine attı, çeviriyor.

Sanıyoruz ki, kaçırırsak günceli, en sonuncuyu, en yeniyi düzen dışı kalırız,

Zannediyoruz ki, hep bizden önce farkedilen, takip edilen, mutlak bişey var,

İstiyoruz ki sürekli olalım, biz onlarla sürelim, illaki bizle sürsün düzen,

Ölüyoruz görsünler, alsınlar, farketsinler, bizden saysınlar diye.

Ben Cahit Sıtkı’nın şiirlerinin arasında, sazlığa saklanmış kuş misali bugün.

Unuttuk hayatın sükut, sükun ve huzur içindeki duygusallığını.

Usta, hergün en az beş altı saatimizi verdiğimiz uykuyu bile tariflerken,

Ne büyük hazinelerden bihaber yaşadığımıza dem vuruyor,

Taa 1932’lerin bir güz dergisindeki şiir köşesinden;

‘’Neydi o deminki mahşer,

O kasırga sustu, nasıl?

Ah nasıl da dizler gevşer

Her adım bir mezar eşer,

Yollar giderdi muttasıl.

Hezimetleriyle vücut,

Ağır ağır çöktü dibe.

Sonra bir rüyalı sükut;

Ne dilde, ne gönülde put.

Huzur üstündeki kubbe.’’