Muzaffer İzgü / Edebiyat Sevgisi

(Paylaşımı için Salime Kaman’a teşekkürlerimizle)

Orada soba var mı ….

Gözümü açtığımda, babam bir ev yapmış bize tahta parçalarıyla, portakal sandıklarıyla… Adana’ya ilk gecekonduyu yapan insan. Duvarları Adana’da ona “berdi” derler kargılar örülerek yapılır. Babam onları çakmış, içten dıştan sıvamış. Üstü için de ikinci el çıkıntı oluklu çinko satın almış. Çinkolar yer yer delik. Sonbaharda dama çıkar o delikleri balmumuyla tek tek tıkardı. Ama Adana’nın yakıcı güneşi eritirdi balmumunu.
Ev dediğin zaten bir odaydı; yatak odası, yemek odası, konuk odası, mutfak, hatta banyo , sonraları babam küçük bir banyo yaptı.
Yer yatağında yatardık, evde zaten ne masa ne sandalye… İnanın üç kişiye bir yorgan ancak düşerdi. Yok. Para yok, bir şey yok.
Babam bulduğu işlerde çalışırdı. Emeklilik yoksa, SSK yoksa babamın suçu ne bunda? Hastalandı mıydı hepimiz açız. Garsonluk yapar, sokakta ıspanak satar. Yani böyle bir ev.
Şubat ayı geldi mi bizim evde odun kömür de biterdi. Biz kardeşler yere uzanır kitabı öne koyardık, onun altına defteri… Ödevi oradan bakar yapardık. Üşüdük mü kaş göz ederdik birbirimize…
Bir ayağa fırlardık. Hooohoooohoooo bu tarafa… Hooohoooohoooo o tarafa… Amerikalı Kızılderililerin dansını bilir misiniz? Aynısı! On Hooohoooohoooo bu tarafa, on Hooohoooohoooo o tarafa…
Annem de akşama zehir gibi mercimek çorbasını içirirdi bize. Üç kişiye bir yorgan; o çeker, o çeker, sabahı ederdik. Gider okulda ısınır, kurulanırdık.
Okuldan eve dönerken üstüm başım ıslanırdı. Ceketim bile yoktu. Elbisem yok, paltom yok. Ceket, babamın ceketi; uzun, omuzları düşük, kolları sarkık. Bununla gider gelirdim okula, o da ıslanırdı. Kim kurutacak bunu? Durumu iyi olan bir arkadaşım götürürdü beni evlerine…
O günlerden birinde, “Bugün seni eve götüremeyeceğim, ablamın nişanı var. Bir yer söyleyeceğim oraya git.” dedi. Adana Halkevi Kütüphanesi…
“Orada soba var mı?” dedim.
“Var.”
“Kızarlar mı bana ısındım diye?”
“Hayır.”
O gün Adana’da nasıl yağmur yağıyor, sicim gibi! Koşa koşa arkadaşımın sözünü ettiği binaya gittim. Binayı bulunca öyle bir sevinç ki çenem tıkır tıkır ediyor, burnumun ucundan, kulaklarımdan yağmur suları damlıyor. Sıcağa kavuşmanın sevinci…
Çikolata, elma istemeyen, yalnızca ısınmak isteyen bir çocuk… İkinci kata çıktım bir tabela: Kütüphane. O gün orada yaşadıklarımı “Zıkkımın Kökü”nde yazdım.
O günden sonra orası benim ikinci yuvam, evim oldu. Öyle sevdim Adana Halkevi Kütüphanesini… Bir boşluk buldum mu hemen oradaydım. Cumartesi öğleden sonraları ve pazarları kütüphanedeydim. Annem beni aradı mıydı orada bulurdu. Orada, o dört yıl içersinde herhalde 250-300 kitap okudum. Anladım mı? Çocuk kitabı yok ki nesini anlayacağız.
Klasikler de 1942’de başladı çevrilmeye, Hasan Âli Yücel zamanında… O klasikleri sonradan okumaya başladım. Bu durum bende büyük bir okuma alışkanlığı yarattı. Şu anda da -iki elim kanda olsa- her gün en az 150 sayfa kitap okurum. Şuna inanıyorum ki sevgili Atatürkümüz 3997 kitap okumuş. Ben ya daha az ya daha çok… Bilmiyorum sayısını ama… Her gün okuyan insanım. Bırakmam. Bugün işim var, okumasam demem.
Annem de babam da öyle Atatürkçü insanlar ki…
Bir gün babam eve geldi, “Yarın Atatürk Adana’ya geliyormuş! Sizi götüreceğim.” dedi.
Aman aman bir servindik, bir sevindik. Sevinçten ne yapacağımı bilmiyorum.
Devrisi gün babamın elinde bir testi… O zaman böyle poşet filan yok, annemin elinde bir kara torba… Kara torbada zeytin ekmek varmış. Atatürk Parkının ilerisine, İstasyon Meydanına gittik. Yürü, yürü sonunda bulduk. Atatürk’ün çıkacağı kürsüye 20-25 metre uzaklıktayız. Kalabalık. Olduğumuz yere oturduk, zeytin ekmeğimizi yedik.
Bir ses, “Atatürk geldi!” dedi. Herkes ayağa fırladı. Beş yaşında, ufacık çocuğum. Babamın pantolon, gömleğini çekiyorum, “Atatürk, Atatürk!” diyerek. Millet alkışlıyor. Babam heyecanla beni aldığı gibi omzuna oturttu. Bir gördüm Atatürk’ü!.. Aman Allahım, o ne heyecan! Havalardayım, alkışladım, alkışladım. Arkaüstü düşüyordum, babam zor yakaladı.
O gün 23 Mayıs 1938 orada Atatürk’ün bir sözü var kürsüden söylediği, yaş betona çiviyle kazınmış gibi beynimde…
“Çok çalışacağız arkadaşlar!” dedi, sağ elinin işaret parmağını kaldırarak. Belki de yazdığım 154 kitabın, 24 tiyatro oyununun arkasında Atatürk’ün o gün söylediği “Çok çalışacağız arkadaşlar” sözü var. Ben bunu yerine getirdim.
Atatürk gittikten sonra babam “Hasta hasta geldi Adana’ya!” dedi. Babamın bu sözünü hiç unutmuyorum.
“Baba,” dedim, “niye hasta hasta geldi?”
“Oğlum,” dedi, “seni görmek için!”
Ben bir sevindim, bir hoşuma gitti. Atatürk beni görmeye gelmiş! Canım babacığım…
Muzaffer İzgü anısına, hatıralarından…
Rahmetle anıyoruz.
Salime Kaman