Adana’nın arka mahallesinden çıkan diziyi nasıl yorumlamalı

Mehmet Aman yazdı

Yalancılığın, kurnazlığın, bireyciliğin, nezaketsizliğin ve bilcümle kötülüğün, yer yer el altından yer yer açıktan yüceltildiği; gerçeğin, gerçekliğin ve gerçeklerin bulanıklaştırıldığı bir zaman dilimindeyiz. Değerleri önemsiz kılan, maneviyatı hiçe sayan, gerçek yerine varsanı ile hayat süren, belirsizlik ve düzensizlikten beslenen; “klasik hakikat, akıl, kimlik ve nesnellik nosyonlarından, evrensel ilerleme ya da kurtuluş fikrinden, bilimsel açıklamanın başvurabileceği tekil çevreler, büyük anlatılar ya da nihai zeminlerden kuşku duyan bir düşünce tarzı”nın[1] -aslında bir düşüncesizlik hali- hakim olduğu bir çağdan bahsediyoruz.

Sokaklar birbirlerinden nefret eden insan kalabalıklarıyla doldu. Otobüslerde, asansörlerde, alışveriş merkezlerinde, iş yerlerinde hatta eğlenmek için gidilen eğlence merkezlerinde çatık kaşlılardan oluşan bir yığın varlık… Yalnızca “ben” diyen; kendi kişisel çıkar ve hırsları doğrultusunda yaptıkları her şeyi sakıncasız gören; görgüsüzlüğü iş edinip, onu teşhirci bir ruh ile çevresine yansıtamadığında adeta histeri nöbetlerine kapılan tüketim toplumunun tek tipleştirdiği insan örnekleri… Vahşi kapitalizmle postmodernizmin birleşmesiyle ortaya çıkan sorunlu bireyler; bir nevi akraba evliliği!*

“Böyle topluma böyle aydın” misali toplumdan, toplumun “gerçek” ve en derin yaralarından bir hayli uzak, “yıllardır geviş getiren ve yaşamda karşılığı olmayan sorunlar üreten”[2] ve bu yapay sorunlar etrafında dönmekten asıl sorunları fark edemeyen ya da etmek istemeyen aydın (!) çevrelerinin hüküm sürdüğü şu rezil günlerde, bir film girdi vizyona: “Sıfır Bir”

4 yıl önce, Adana’nın arka mahallelerinden “Hürriyet Mahallesi”nde yaşayan ve geçiminin hırsızlıkla sağlayan bir “çete”nin, gelişen olaylarla “uyuşturucu çeteleri”ne karşı giriştiği savaşı anlatan “YouTube” dizisi olarak çıktı karşımıza. İlk bölümden itibaren giderek yükselen bir izleyici kitlesine ulaştı. Zorlama olmayan bir doğallık ve gerçek bir “iş” yapma isteği çok geçmeden yapımcılar tarafından da farkedildi ve bir internet televizyonu yapımcılığını üstlenerek kendi platformunda “ücreti mukabilinde” yayınlamaya başladı. Ücretle izlenilmesi, beklenilenin aksine izleyici kitlesini var olandan aşağılara çekmemiş, daha da yukarıya taşımıştı. Durum böyleyken her geçen bölüm, bir önceki bölüme göre sinematografik açıdan görece daha da kaliteli bir hal alıyordu. Türk dizi tarihinin kuşkusuz en sert ve en cömert sahneleri çekiliyordu.

Yazının devamını okumak için tıklayın