“Bence şairin hayatı şiire, yazarın hayatı yazıya dâhildir”
Ayfer Feriha Nujen
Şair, yazar Altay Öktem ile ustalar ve gençler arasındaki edebiyat ilişkisini, çatışmaları, toplumu ve şairin kendi görme biçimini, kitaplarını, çocuk edebiyatını, pandemi günlerini ve yarını konuştuk. Altay Öktem özgünlüğü ve özgür ve bağımsız yazmayı anlattı.
– Benim için her türde yazanlar arasında elbette ilk anda şair yanınızla kişisel arşivimdesiniz. Hem yazmaya şiir yazarak başlamış olmanız hem de her türde yazmanın yanı sıra yazma alanında pek çok işler yapmış biri olmanıza rağmen şair kimliğiniz bu her türde başlatıcı olan kimliğiniz benim için. Bu açıdan baktığımız zaman sizin için de şiir ayrı bir yerde midir? Şair olmak, sizin içinde başka bir duygu mudur?
Şairlik bir kimlik. Hayatı algılama ve yaşama biçimi. Tüm edebiyat türleri disiplin ve yoğun çalışma gerektirir, ancak şairin disiplini ya da çalışması, bir romancının, öykücünün, denemecinin disiplininden ya da çalışma anlayışından çok farklıdır. Kısaca şöyle söyleyeyim; roman yazarken, elbette romanın türüne ve içeriğine göre mekânlar, karakterler, dönemler ve olaylar üzerine yoğun biçimde çalışmak gerekir. Şiir yazarken ise, şairin bilinçdışı, duygularını, algılarını ya da yaşanmışlıklarını, elbette hayat karşısındaki tavrını, politik bakışını hepsini birden ele alıp bir sistematiğe oturtur. Şiirde bilinçdışı başroldedir, kurgu yazarlığında ise bilginin mekaniği ve bir tür mühendislik becerisi. Açıkçası kendimi her zaman şair olarak, daha doğrusu şair olmaya çalışan biri olarak gördüm.
– Altay Öktem’i elbette tanıtma gafletine düşmeyeceğim, ama mutlaka hakkınızda daha pek çok şey bilmeyen okurlarınız da var. Onlar için bir doktor olduğunuz bilgisini vererek, yazma alanına hayatının neredeyse büyük bir bölümünü adamış olmanız, yazarken çok daha fazla konuda ve alanda sözler etmenizin de toplumsal yönden bir çeşit tedavi olduğuna inanıyorum. İnsanın bu konuda kendi kendinden faydalanması gerçeği çıkıyor ortaya. Hangi türde yazarsanız yazın mesleğinizden faydalanıyor musunuz, nasıl?
Bir yazarın ya da şairin hayatı boyunca deneyimlediği her şey, buna karşılaştığı kişiler, yaşadığı olaylar, hatta verdiği tepkiler ve olaylar karşısındaki duygulanımları dâhil, hem kişiliğinin hem de edebiyat anlayışının, hatta üslubunun oluşmasına dahi katkı sağlar. Edebiyatın temel meselesi insan olduğu için, insanla, insanın her haliyle, her oluşuyla sürekli yüzleşmek zorunda kalınan bir mesleğe sahip olmak elbette edebiyat açısından çok besleyici, geliştirici. Ancak, insanın bu iki ayrı kimliği aynı anda taşımasının çok yıpratıcı olduğunu da söylemeliyim. Sürekli insanın en yalın, en çaresiz, en maskesiz haliyle karşılaşıyorsunuz. Sadece bir yazar ya da şair olsanız yoğun bir empati kurar, hatta bazı durumlarda kendinizi çaresiz hissedersiniz. Oysa hekim olarak soğukkanlı olmanız, asla empati kurmamanız gerek. Karşınızdakine duygusal yaklaşır, onun acısını siz de hissederseniz faydalı olamazsınız. Bir saat tamircisinin saate yaklaştığı gibi yaklaşmanız gerekir. Elbette bu hekimliğin her alanında aynı oranda geçerli değil ama ben uzun yıllar acil hekimliği yaptığım için bu duygusal kırılmayı, bir çeşit kişilik bölünmesini olanca sertliğiyle yaşadım. Açıkçası hekim olmamın yazarlığıma çok büyük katkısı oldu, ancak bedeli ağır oldu.
– Sevgili Altay Öktem, yukarıda “toplumsal” kelimesine değinmişken, toplumun görme biçimi, algılama biçimi üzerine beni yeterince geliştirdiğine kanat ettiğim Yalan Yanlış Hayatlar’a değinmek istiyorum. Bu kitap bir görme ve anlama biçimi üzerine dile gelmiş gibi. Hani göz insana görsün diye verildi ya, evet bazılarımız kör doğuyoruz, ama görmenin başka biçimleri de olduğunu gösteriyor. Yani herkesin birbirini tanıdığı, ama görmediği meselesinin merkezinde aslında ne var? Bu kitap tersine bir hesaplaşma mıdır, bundan biraz söz eder misiniz?
https://t24.com.tr/yazarlar/ayfer-feriha-nujen/altay-oktem,29207