ÇDSO’dan 2 Mart Konseri – Taşar Erkol

Taşar Erkol
Taşar Erkol

Senfoni Saz Eserleri Özel Programı

Tarih                           : 02.03.2018

Konser Saati                : 20:00

Yer                              : Büyükşehir Belediyesi

Şef                               : Orhan ŞALLIEL

Solist                            : Murat Salim TOKAÇ              “tambur”

Program                      : Senfoni Saz Eserleri Özel Programı

 

Buhûrizâde Mustafa Efendi (Itrî)                     Tûtî-i Mu’cize-Gûyem Uvertür

(Segâh – Yürük Semai)

Sultan Abdülaziz                                            Hicaz Sirto

Şerif Muhiddin Targan                                                Ferahfeza Saz Semaisi

Tamburi Cemil Bey                                         Nikriz Longa

Refik Fersan                                                  Nihavent Saz Semaisi

Cinuçen Tanrıkorur                                        Bahar Müjdesi Gözlerin

Cinuçen Tanrıkorur                                        Gençlik Hülyaları

  1. Hüseyin Soysal Nihavent Mandıra

Hasan Özçivi                                                  Nihavent Longa

Şef: Orhan Şallıel

1968 yılında Adana’da doğdu. İstanbul Mimar Sinan Devlet Konservatuarı’nda Fagot ve Kompozisyon’ dan diploma aldı. Daha sonra Hollanda ve Finlandiya’da Orkestra, Koro ve de Opera şefliği, bestecilik dallarında eğitimine devam etti ve üstün bir başarıyla diploma aldı.

Finlandiya’da Kuhmo Oda Müziği festivalinin genel sanat yönetmenliği ve müdür yardımcılığını yaptı. Türkiye ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yüzlerce opera, bale, senfonik konser ve TV programı yaptı.

Kendi eserlerinin dünyada ilk çalınışlarını yöneterek (İmpressions Almanya 2001 The Winds from South, Finlandiya 2002, Two Castels of Bosphorus Polonya 2003) ülkemizi başarıyla temsil etmiştir.

“Fetih Senfonisi” (2001 Mayıs), “Bursa Senfonisi” (2001 Ekim) adlı iki senfonisi “Çanakkale Şehitleri” (2001 Mart) adlı bir balesi ve de “Kuvayı Milliye” (2003 Ekim) adlı bir opera bestelemiş olan sanatçının, ayrıca çoksesli müziğin ülkemizde yaygınlaşması adına geliştirdiği birçok proje vardır.

Uygarlıklar Beşiği Anadolu 2000 (Kültür Bakanlığı adına), Hoşgörü İmparatorluğu (2000), Art of Anatolia (2001), Colors of Turkey (2003) adlı projeler bunlardan bazılarıdır.

 

Solist: Murat Salim TOKAÇ – Tambur

Günümüzün önde gelen ney ve tambur icracılarından olan Dr. Murat Salim Tokaç, 1969 yılında Kırıkkale’de doğdu. 1992 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu ve aynı fakültede Mikrobiyoloji doktorası yaptı.

2014 yılında Türk Müziği yorumculuğu alanında Doçentlik unvanına hak kazandı.

1991 yılında Kültür Bakanlığı Samsun Devlet Klâsik Türk Müziği Korosu’na ney ve tambur sanatçısı olarak atandı. 2004 yılında aynı koronun şefliğine getirildi. 2007 yılında İstanbul’da kurulmuş olan İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu’na atandı. Yurt içinde koroyla katıldığı konserlerin yanı sıra solo resitaller verdi ve TV programlarına katıldı.

Sanat yönetmeni olarak görev aldığı, T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu ile beraber 2009 yılından bu yana pek çok dergide yayımlanmış makaleleri de bulunan Doç. Dr. Murat Salim Tokaç, hâlen T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürü olarak görev yapmakta olup, aynı zamanda İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu Sanat Yönetmenliği görevini de yürütmektedir.

 

Buhûrizâde Mustafa Efendi (Itrî)

Itrî, İstanbul’da Mevlânâkapı civarındaki Yayla (eski adıyla Yaylak) semtinde doğdu. Asıl adı Mustafa olup kaynaklarda 1630-40 tarihleri arasında doğduğu tahmin ediliyor. Şiirlerinde kullandığı Itrî mahlası ve Buhûrizâde lakabıyla tanındı. Bu lakabın kendisine mi ailesine mi ait olduğu bilinmiyor.

Hükümdarın huzurunda icra edilen küme fasıllarına hanende olarak katılan Buhûrizâde Mustafa Itrî, bu dönemde kendi isteği üzerine esirciler kethüdâlığı ile görevlendirildi. Onun bu görevi, esirler arasındaki kabiliyetli ve güzel sesli gençleri bulup yetiştirmek ve geldikleri ülkelerin mûsikisi hakkında bilgi edinmek amacıyla istediği rivayet edilir. Şeyhî, Sâlim, Safâyî gibi tezkire müelliflerine göre bu görevde iken, bazı kaynaklara göre ise ayrıldıktan bir süre sonra vefat etti.

Vefat tarihi İsmâil Belîğ, Şeyhî ve Sâlim gibi dönemine daha yakın kaynaklarda 1711, Esad Efendi ve Müstakimzâde gibi diğer bazı kaynaklarda 1712 olarak verilir.

Huzûr-ı hümâyun fasıllarına hânende olarak katılması, Enderun’daki hocalığı yanında padişahın onu zaman zaman sadece kendisini dinlemek amacıyla huzura çağırması, sesinin bulunduğu mecliste diğer hânendelere ağız açtırmayacak derecede güzel olduğunu gösterir.

Itrî’nin bir mûsikişinas olarak asıl önemli yönü bestekârlığıdır. Türk mûsikisinin cami, tekke ve klasik mûsiki alanlarında peşrev, saz semâisi, kâr, beste, semâi, âyin, na‘t, durak, tevşih, tekbir, salâ ve ilâhi olmak üzere hemen her formunda eser vermiş nâdir sanatkârlarından olan Itrî’nin eserleri alışılmışın dışında bir melodi örgüsüne sahiptir. Çoğunlukla Fuzûlî, Nev’i, Şehrî, Nâbî gibi şairlerin ve arkadaşı Nazîm’in manzumelerini, nâdir olarak da kendi güftelerini besteledi.

Dinî eserleri içinde özellikle cami mûsikisinin şaheserleri arasında bulunan segâh tekbiri ve salât-ı ümmiyyesi, küçük bir ses alanı içerisindeki büyük ifade gücünün çarpıcı örneklerindendir. Ayrıca mevlevîhânelerde âyin-i şeriften önce okunan, sözleri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye ait olan ve “Na’t-ı Mevlânâ” adıyla bilinen rast na‘t sağlam melodik yapının olgun bir göstergesidir.

Kârların çoğunlukla terennümle başlamasına karşılık burada doğrudan güfteye girilmesi de eserin bir diğer özelliğidir. “Tûtî-i mucize gûyem ne desem lâf değil” mısraıyla başlayan güftesine yaptığı segâh yürük semâisi klasik Türk mûsikisinin en seçkin eserlerindendir.

İstanbul surları dışında oturduğu, çiçek ve meyve meraklısı olduğu, bahçe işleriyle uğraşmaktan zevk duyduğu için kendisine Itrî mahlası verildi. “Mustâbey” armudunun da onun tarafından yetiştirildiği kabul edilir.

 

Tûtî-i Mu’cize-Gûyem Uvertür                        (Segâh – Yürük Semai)

 

Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil / Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana / Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

 

Yine endîşe bilir kadr-i dürr-i güftârım / Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil

Girdi miftâh-ı der-i günc-i ma’ânî elime / Âleme bezz-i gevher eylesem itlâf değil

Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef’î / Tab’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil

                                                                                                                            Nef’i

Sözleri Nef’i’ye ait olan bu eserin sadece 2 beyitti alınmıştır.

 

Sultan Abdülaziz            Doğum: 9 Şubat 1830 – İstanbul            Ölüm: 4 Haziran 1876 – İstanbul

Osmanlı padişahlarının 32.’si… İkinci Mahmud’ un oğlu, ikinci Abdülhamid’in amcasıdır. Bileklerini keserek intihar ettiği söylenir. Çırağan Sarayı’nı yaptırmıştır. Aynı zamanda kendisi bir güreşçidir.

Ela gözlü, beyaza yakın kumral tenli, sert bakışlı ve top sakallıydı.

Ağabeyi sultan birinci Abdülmecid’in vefatı üzerine 25 Haziran 1861 günü tahta çıktığında 31 yaşındaydı. İsrafçı bir padişah olarak tanınmasına rağmen, çok sade giyinir, sarayda bir terlik, bir entari ile dolaşırdı. Babası öldüğü zaman dokuz yaşlarındaydı. Ancak ağabeyi sultan birinci Abdülmecid, onun eğitimine çok önem verdi. Şehzadeliği sırasında rahat ve korkusuz bir hayat sürdü.

Çok iyi Fransızca konuşurdu. Şiire ve müziğe de ilgisi vardı. Kendine ait besteleri vardır. Resim yapma kabiliyeti de çok üstün olan sultan birinci Abdülaziz, Osmanlı donanmasına ısmarlayacağı gemilerin planını bizzat kendisi çizmişti. Ok atmayı, ata binmeyi, avlanmayı ve özellikle güreşmeyi çok severdi. Güçlü, kuvvetli ve pehlivan yapılıydı. En iyi pehlivanlarla güreşir ve sırtlarını yere getirirdi.

Boğaziçi vapur seferlerini başlatan padişahtır.

Mithat Paşa tarafından öldürüldüğü kesin olmayan fakat Mithat Paşa’nın ölümüne neden olmaktan öldürüldüğü kesin olan Osmanlı padişahı…

Abdülaziz’in iki bileği de “kesilmiştir”. Kesik bilekle diğer bileğini kesecek gücü nerden bulabilmiştir bilinmez… Yağlı güreş seven ilk kez Avrupa’ya açılan Osmanlı sultanı 1872de Wagner’in Bayrouth projesine bahşiş vermiştir. Ama intiharı dolayısıyla ne hazindir ki görememiştir

 

Hicaz Sirto

Sultan Abdülaziz’in hicaz sirtosu neşeli ve kıvrak nağmelere sahip olmasına rağmen vakarı ve mağrurluğu ile insanı çok derinden etkiler. Sultan Abdülaziz’in bir derdi var ve bu derdi bize keyifli keyifli anlatıyor.

Sultan Abdülaziz bu eseri icra ettikten sonra, batılılar adeta hayrete düşmüş, sonra da Sultan’ı alkışlamışlardır. Bırakın sadece bir şark Sultanı ‘nın batılı anlamda eser üretmesini, herhangi bir şarklının batı müziği dinlemesinin haram zannedildiği bir dönemde, Sultan’ın bu bestesi nefis anlamlar taşır.

 

 

 

Şerif Muhiddin Targan – (Arap dünyasında bilinen ismiyle Şerif Muhiddin Haydar, tam adı Fehametli Şerif Muhiddîn bin Ali Haydar)          

Doğum: 21 Ocak – İstanbul        Ölüm: 13 Eylül 1967 – İstanbul

21 Ocak 1892 günü İstanbul’da doğdu. Annesi Sabiha Hanım; babası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son Mekke Emiri (Şerifi) Vezir Ali Haydar Paşa’dır. Soyağacı İslam peygamberi Muhammed‘in torunu Hasan‘a dayanmaktadır; kendi hazırladığı soyağacında peygamberin 37. kuşaktan torunu olduğu görülür. Ailenin yedi çocuğunun beşincisidir.

Muhittin Şerif, 18 yaşına kadar özel derslerle yetişti. Bu dönemde Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca öğrendi. Daha sonra Darülfünun’ da hukuk ve edebiyat öğrenimi gördü, her iki alanda da diploma aldı. Evdeki müzikli toplantıların etkisiyle küçük yaşta müziğe ilgi duydu. Piano, Ud çalmayı küçük yaşta öğrendi. Ali Rıfat ÇağatayRauf Yekta Bey ve Ahmet Irsoy‘dan Türk müziğine ilişkin dersler aldı. Ud’ da virtüözlük seviyesine ulaşınca beste yapmaya başladı. Henüz 13 yaşındayken, klasik üsluptaki saz eserlerinden biri olan Hüzzam Saz Semai’sini besteleyecek olgunluktaydı. 14 yaşında amcası Ali Cabbar Paşa’nın önerisiyle çello öğrenmeye başladı ve bu enstrümanda da çok üst düzeye erişti. Başta Ud ve çello olmak üzere, viyola, piyano, keman ve lavta enstrümanlarını da çaldığı anlatılmaktadır.

Muhittin Şerif, ailesine yük olmamak ve kendi hayatını kazanmak üzere 1924 yılında New York’a gitti. Yakın arkadaşı şair Mehmet Âkif Ersoy, “Şarka Davet” adlı şiirini Targan’ ın ABD’ye gidişi, müziğini Türkiye’de icra etmeyişinin üzüntüsü ile yazmıştır.

Muhittin Şerif, yakın dostu Archibald Roosvelt’in (ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in oğlu) himayesiyle gittiği ve 8 yıl yaşadığı New York’ta piyano dâhisi Leopold Godowsky, ünlü Alman pedagog Prof. Auer, Ukrayna doğumlu efsanevi kemancı Mischa Elman, dünyanın en tanınmış kemancılarından Avusturya doğumlu Amerikalı sanatçı Fritz Kreisler gibi müzisyenlerle çalıştı. Bu ustaların konserlerinde onlarla beraber çaldı. New York’a varışından bir hafta sonra Leopold Godowsky Muhittin Şerif’in şerefine bir resepsiyon vermişti. Bu resepsiyon sırasında Ud çalan Muhittin Şerif’in ustalığı, The New York Herald Tribune gazetesinde Leopold Godowsky ve Fritz Kreisler tarafından, dünyaca ünlü keman virtüözü Paganini ile kıyaslanmasına sebep olmuştur.

ABD yolculuğu sırasında gemide bestelediği Koşan Çocuk adlı eseri ve diğer besteleri Amerikan sanat çevresinde büyük beğeni kazandı. Sanatçı, bu ülkedeki ilk dört yılını vermeyi düşündüğü büyük konserin hazırlığı içinde geçirmişti. Bu yıllarda Verdi Vasyer adlı viyolonselciden ders aldı. Oldukça yokluk ve sıkıntı çekti. Nihayet 13 Aralık 1928 günü Town Hall konser salonunda viyolonsel ve Ud resitalleri verdi. BachDebussyRavel ve Popper gibi batılı bestecilerin eserlerini ve kendi bestelerini seslendirdi; çok olumlu eleştiriler aldı. Şerif Muhittin, ABD’nin başka eyaletlerinde de konserler verdi ve sanatçı arkadaşlarının topluluklarında müzik yaptı. ABD’deki başarılı müzik çalışmaları, yurda dönüşünden sonra bizzat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından tebrik edilmesini sağladı.

Sanatçı, sağlığının bozulması ve doktorun sahne heyecanından kaçınmasını tavsiye etmesi üzerine 1932’de İstanbul’a döndü ve ülkesinde 2 yıl yaşadı.

Şerif Muhittin İstanbul’dayken, 1934 yılında Soyadı Kanunu çıktığında Tarhan veya Tarcan soyadlarını seçmeyi düşündüyse de bu isimlerden birisi şair Abdülhak Hamid, diğeri beden eğitimcisi Selim Sırrı Bey tarafından alınmış olduğundan Targan soyadını aldı. 4 Aralık 1934 günü Beyoğlu’ndaki İstanbul Fransız Tiyatrosu’nda, üzerinde yıllarca konuşulacak, pek çok makale yazılacak bir resital verdi. Aynı dönemde, devlet başkanı Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’na çağrılarak kendisine udunu ve viyolonselini dinletme fırsatı buldu.

Türkiye’de aktif bir görevde bulunma şansı yakalayamayan Targan, 1934 yılın sonunda Irak hükümetinin daveti üzerine Bağdat Konservatuarı’nı kurmak üzere Irak’a gitti. 1936’da kurduğu konservatuvarı 12 yıl boyunca yönetti. Selman Şükür, Münir Beşir ve Cemil Beşir gibi ünlü Ud sanatçılarını yetiştirdi. Okulda tiyatro ve heykel bölümlerini de kurdu. Sağlık sorunları nedeniyle 1948 yılında yurda döndü. Yurda döndüğü sırada Hüseyin Saadet Arel’den boşalan İstanbul belediye Konservatuvarı Şark ve Garp Mûsikîsi İlmi Kurulu Başkanlığı’na Targan getirildi ancak 2 yıl sonra bu görevinden istifa etti. Sanatçı, 13 Eylül 1967 günü İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.

 

Ferahfeza Saz Semaisi

Ferahfeza saz semaisi ile ruhu gelip, bulan insan… Her türlü gösterişten uzak, cümle görkemini, sadelik üzerine inşa etmiş olan, bu büyük bestecinin hünerli ellerinde huzurun semadan taşıp yıldızlara vardığı, notaların dans ettiği bir şölene dönüşüyor adeta.

 

Tamburi Cemil Bey          Doğum: 1873 – Mollagüranî, İstanbul            Ölüm: 9 Temmuz 1916 – İstanbul

Türk Musikisi’ nin gelmiş geçmiş en büyük virtüözlerinden biri olan Tamburi Cemil Bey, 1873 yılında İstanbul’un Mollagüranî semtinde dünyaya geldi. Usta sanatçı, babasını 3 yaşında kaybettikten sonra amcası Refik Bey’in himayesinde büyüdü. Müzikteki yeteneğiyle bir döneme damgasını vuran Cemil Bey, tamburun yanı sıra klasik kemençe, lavta ve viyolonseli de aynı ustalıkla icra ederek bir ekol sahibi oldu. Tamburi Cemil, eserleriyle Türk müziği saz icrasına yeni ve modern bir tarz ile değişik bir yorum getirerek icracılığın mükemmelleşmesinde en büyük rolü oynadı. Yaşadığı dönemde ses sanatına ait her unsurdan yararlanan Cemil Bey, bunları musikinin gelenekleri içinde yoğurdu. Usta sanatçının özellikle, taş plaklara yaptığı taksim kayıtları, makam, üslup ve tavır açısından büyük önem taşıyor. Türk musikisine yeni bir üslup getiren sanatçı, tek başına halka açık konser veren ilk Türk musikisi sanatkârı olarak da tarihe adını yazdırdı.

Tamburi Cemil Bey, Adile Sultan’ın saraylısı Zihniyar Hanım ile Sadrazam Hüsrev Paşa’nın kethüdarlığını yapan Mustafa Reşid Efendi’nin oğlu Cemil Bey, 1873’te Fatih’in Molla Gürani Mahallesi’nde dünyaya geldi.

Usta sanatçı, babasını 3 yaşında kaybettikten sonra amcası Refik Bey’in himayesinde büyüdü. Çalışkan, terbiyeli, sessiz bir çocuk olan ve küçük yaşlarda musikiye merak salan Tamburi Cemil, okuldaki dersleri dışında özel hocalardan ders aldı.

Cemil Bey, ilk müzik bilgilerini ortaokul sıralarında ağabeyi Ahmet Bey’den aldı. Müzik aleti çalmaya karşı ilgisi on yaşlarında keman ve kanun ile başlayan usta isim, daha sonra başladığı ve ismiyle bütünleşen tambur sazıyla ustalık derecesine ulaştı.

Tamburi Cemil, 1901’de annesinin isteğiyle, Adile Sultan Sarayı’ndan arkadaşı Eflaknur Hanım’ın kızı Şerife Saide ile dünya evine girdi. Eşinin aşırı sevgisi, kıskançlığı ve musiki davetlerine gitmek istememesi nedeniyle zor günler yaşamaya başlayan sanatçının oğlu Mesut Cemil, bir yıl sonra 1902’de dünyaya geldi.

Müzikteki yeteneğiyle bir döneme damgasını vuran Cemil Bey, tamburun yanı sıra klasik kemençe, lavta ve viyolonseli de aynı ustalıkla icra ederek bir ekol sahibi oldu. Tamburi Cemil, eserleriyle Türk müziği saz icrasına yeni ve modern bir tarz ile değişik bir yorum getirerek icracılığın mükemmelleşmesinde en büyük rolü oynadı.

Türk musikisine yeni bir üslup getiren sanatçı, tek başına halka açık konser veren ilk Türk musikisi sanatkârı olarak da tarihe adını yazdırdı.

Sözlü eserlerin yanında birçok saz eseri de besteleyen Cemil Bey, ömrünün son yıllarında evinin bahçesinde bulunan ve “uzletgah” dediği ayrı bir evde yaşamaya başladı. Sanatçı, 9 Temmuz 1916’da 43 yaşındayken hayata veda etti. İstanbul’da yaşamını yitiren Cemil Bey’in cenazesi, az kişinin katılımıyla Merkezefendi Mezarlığı’nda toprağa verildi.

 

Nikriz Longa

Longa sözcüğü Latince kökenlidir. Türk Musikisine Romen Musikisinden geldiği tahmin edilir. Oyun havaları arasında sayıldığı halde buda sirto’lar gibi raks unsuru olarak kullanılmamıştır.

 

Refik Fersan – Refik Şemseddi Fersan

Doğum: 1893 – Şehzadebaşı, İstanbul     Ölüm: 13 Haziran 1965 – İstanbul                    

Refik Fersan 1893 yılında İstanbul’da doğdu. Babasının sesi güzeldi; bir musiki aleti kullanmak ailenin gelenekleri arasındaydı.1893’de babası ölünce yakınları olan Faik Bey’in yalısına taşınırlar. Bu yalıda haftanın belli günlerinde Tamburi Cemil Bey, Leon Hancıyan, Lavtacı Andon, Rahmi Bey, Lemi Atlı, Neyzen Aziz Dede gibi sanatkârlar, yetenekli kalfa ve cariyeler derse gelirler, fasıllar yapılırdı.

Ailesinin musikiye düşkünlüğü, kendisinin de olağanüstü hevesi ile başlangıçta Ud çalmağa çalıştı. Bir süre sonra Tambur’ da karar kıldı. Böylece 12 yaşında Tamburi Cemil Bey’den ders almağa başladı; bu dersler 5 yıl sürdü.

Daha sonra Robert Koleji ve Galatasaray Lisesi’ne devam etti ve Tevfik Fikret ve Ahmed Rasim Bey’den Fransızca, edebiyat ve biraz da İngilizce öğrendi.

1913 yılında Fahire Fersan ile evlendi. 1917 yılında Darülelhan’a girdi. Böylece “tambur muallimi” olarak öğretim üyeleri arasına katılmış oldu.

1918 yılında askerlik hizmetini yapmak üzere Mızıka-i Humayun’a tayin olundu, aynı yıl içerisinde İsmail Hakkı Bey yönetiminde ilk konserini verdi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 1924 yılında “Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti Şefi” oldu, 1927’ye kadar çalıştıktan sonra sağlık nedenleri ile bu görevinden ayrılarak İstanbul’a yerleşti. Çankaya Köşkü’nde çalıştığı yıllarda, başbakan İsmet İnönü’nün Yunanistan’a yaptığı geziye katıldı ve o yıllarda bestelemiş olduğu ve Rast Makamındaki “Methal” i Yunanistan’da armonize edilerek çalındı.

Refik Fersan, İstanbul’a yerleştikten sonra Münir Nureddin Selçuk ile serbest çalışma hayatına atıldı, plak çalışmaları yaptı ve eşi Fahire Fersan ile M. N. Selçuk’un konserlerine, doldurmuş olduğu plaklara eşlik etti.

1937’ye kadar ilk İstanbul Radyosu’nda çalışmıştı. 1938’de Ankara Radyosu’nun hizmete açılması ile Ankara’ya geldi, birçok hizmetlerde bulundu ve daha sonra İstanbul’a dönerek İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti’nde çalıştı ve “İlmi Kurul” başkanlığı yaptı ve bir süre de “Tasnif Heyeti”nde çalıştı. Daha sonra uzun süredir çekmekte olduğu bir akciğer rahatsızlığından dolayı 13 Haziran 1965 ‘de vefat etmiştir.

Kendisi eserlerinin toplamının dört yüz olduğunu söylermiş.

 

Nihavent Saz Semaisi

Çok güzel motiflerle süslü olan bu eser, bestecinin tüm zarafetini, üslubunu, ustalığını göstermektedir.

 

Cinuçen Tanrıkorur     

Doğum: 20 Şubat 1938 – Fatih, Mutaflar, İstanbul          Ölüm: 28 Haziran 2000 – İstanbul

 

20 Şubat 1938 tarihinde, İstanbul Fatih – Mutaflar’ da doğdu. Babası Zaferşan Tanrıkorur, oğluna kendi isminin Kazan Türkçesindeki tam karşılığı olan ve galip, muzaffer anlamına gelen Cinuçen ismini koydu. Müzik eğitimine, İstanbul Belediye Konservatuarı Türk Mûsikîsi Bölümü’nde Münir Nurettin Selçuk’un öğrencisi olan amcası Mecdinevin Tanrıkorur’ un, kendisine 2.5-3 yaşlarından itibaren meşk etmesiyle başladı. Daha ilkokul çağlarında, Sultan III. Selim’in Sûzidilârâ makamındaki yürük semâîsini okuyor, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri’ne isimli mersiyesi ile birlikte Yahya Kemal, Mehmet Emin Yurdakul ve Nihal Atsız gibi şairlerin şiirlerini baştan aşağı ezbere okuyabiliyordu. Eyüp Mûsikî Cemiyeti başkanı bestekâr ve kemanî Mustafa Sunar’ ın ud öğrencisi olan annesi sayesinde ud ile tanıştı. Kendi kendine ud çalmasını ve daha sonraları beste yapmasını öğrendi. Besteciliğe ise 14 yaşında Ferahnâk makamında oldukça parlak bir saz semâisi ile güftesi Fuzûlî’ ye ait Şevkefza makamında bir şarkı besteleyerek başladı.

Sırasıyla İtalyan Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (MSÜ) Yüksek Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. Daha sonra İmar ve İskân Bakanlığı Marmara Bölge Planlama Dairesinde şehirci mimar olarak devlet hizmetine girdi ve Ankara’ya yerleşti. 1973’te TRT Ankara Radyosu TSM Şube Müdürlüğüne görevine getirildi. Burada 1982’deki istifasına kadar programcılıktan daire başkanlığına kadar çok çeşitli görevlerde bulundu. Konya’da Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne bağlı Müzik Eğitimi Bölümü’nü kurdu. 1989 yılında, genetik olan böbrek hastalığı dolayısıyla Kültür Bakanlığı tarafından ABD’ye gönderildi. Burada 117 eser besteledi. Ayrıca bu süre içerisinde Maryland ve Princeton üniversitelerinde örnekli iki konferans verdi. İki büyük makale yazarak, Turkish Music Quarterly dergisinde yayınladı. Hocası Garino’nun tavsiyesine uyarak, öğrendiği eski yazıyı geliştirmek için, dostlarına eski harflerle sürekli mektup yazdı. ABD’li hattat Muhammed Zekeriya’dan hat dersi aldı. Bu dönemden sonra hastalığı sürekli arttı. Toplam sekiz ameliyat geçirdi. Bunların üçü ise henüz mimarlık öğrencisiyken yakalandığı kanser sebebiyledir. 28 Haziran 2000’de vefat etti.

Batılı anlamda ilk ud metodu ile Türk mûsikîsi üzerine sayısız makalenin yazarı olan ve İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve az Arapça bilen Tanrıkorur’ un yurt içinde ve dışında verilmiş pek çok tebliğ ve konferansı vardır. Bestelediği eserlerin sayısı 500 civarındadır. Fransız radyosunca uzunçaları (LP) yapılan ilk klâsik Türk müziği sanatçısıdır.

 

Bahar Müjdesi Gözlerin          

Gençlik Hülyaları

 

  1. Hüseyin Soysal Doğum: 1951 – Orhangazi, Bursa

                                              

Mübadele yıllarında Selanik Drama’dan göç eden bir ailenin çocuğu olduğundan babasından hep Rumeli türküleri dinleyerek büyüdü, birçok güzel türkünün kulaklarında izleri kaldı. Müziğe yakınlığı bu şekilde başladı.

Ortaokulu Orhangazi’de bitirdikten sonra Çankırı Astsubay Okuluna gitti. Orada ne kadar güzel bir olaydır ki müzik öğretmeni değerli bestekârlarımızdan Gündoğdu Duran idi.

Gündoğdu Duran’ın musiki derslerine kanun getirirdi, bir de koro kuruldu. Çankırı halkına klasik eserlerden oluşan konserler veriliyordu. Klasik eserlerle ilk tanışması o yıllara rastlar.

Mezun olduktan sonra Ankara Harita Genel Komutanlığına geldi. Musikiye olan eğilimim her gün biraz daha artıyordu ancak işe nereden başlayacağını bilemediğinden olsa gerek, kendime bir akordeon aldı ve büyük bir hevesle çalışmaya başladı. Fakat akordeon bir batı enstrümanı olduğundan Türk musikisindeki sesler için yeterli olamıyordu. Bir gün daireden bir ağabeyinin:

“Senin çaldığın eserler için bu enstrüman uygun değil, gel sana bir ut alalım hem de seni Kadri Şarman ile tanıştırayım” demesi üzerine, bir ud alarak, daha sonra da Kadri Şarman hoca ile tanıştı. İşte tanışma o tanışma ile Musikiye böylece başlamış oldu. Çalışmaları o günden sonra hiç aralıksız devam edip gitmiştir. Önce onların korosunda ud çalmaya başladı, daha sonra da sırasıyla SSK Korosunda (dört beş sene) ve Mamak Belediyesi Korosunda ut çalmaya devam etti.

Ağabeyi Hasan Soysal da çok değerli bestekârlarımızdan biri… Musikideki ilerlemesinde de katkıları olmuştur.

Genel nazariyat, kompozisyon, beste yapımı ve teknikleri hakkında çok yararlandı. Değerli bestekârlarımızdan Hüseyin Erbay’ın da bu konudaki katkıları büyüktür.

Trafik kazası geçirdi. Bu kazada elleri, kollarım bir hayli hırpalandı ve uzun zaman ud çalamadı.

Öyle bir duruma geldi ki kendimi rüyada bile ud çalarken görür oldu. Öylesine özlemişti ki ud çalmayı… En sonunda elleri alçıdayken bir gün Kadri hocaya:

“Ben rüyalarımda bile ut çaldığımı görmeye başladım, ne olacak bu halim” diye sorduğunda;

“Neden bu kadar üzülüyorsun, sen de beste yap” diye cevap verdi.

Ondan aldığı destek üzerine klasik eserleri incelemeye başladı. Üzerinden bir hafta geçmeden konuyu rahmetli emniyet müdürü Özdemir Kiper’e açtığında o da destekledi ve:

“Al benim şiirlerimden birkaç tanesine bak” diyerek “Özlediğim Şarkısın” adlı şiirini verdi, bu güzel şarkı böyle doğdu. Bestesini önce Kadri hocasına okudu, çok beğendi ve TRT’ye yollamasını önerdi. Eser çok kısa bir sürede denetimden geçti. Önce radyoda Kadri Şarman hoca tarafından olmak üzere birçok ünlü sanatkârımız tarafından kasetlere CD lere okundu. Halen de okunmaya devam ediyor.

Daha sonra beste çalışmaları aralıksız sürdü gitti.

Ayrıca birçok önemli yarışmada çok ciddi ödülleri var. Açılan her beste yarışmasının finalinde mutlaka Hüseyin Soysal’dan bir kaç eser oluyor.

Örneğin 2005 yılında TRT’nin açmış olduğu “Alaturka” beste yarışmasında üç bin yedi yüz kadar eser arasında ilk 35 e girmesi de gerçekten çok büyük bir başarı… Bunun gibi aldığı daha o kadar çok ödül var ki…

 

Nihavent Mandıra

Halk Musikimizden kaynaklanan Mandıra usulü denen yedi zamanlı ritmi ile bestelenen saz eseri türüdür.

Nitelik açısından Karadeniz yöremizin oyun havalarını hatırlatır. Eskiden oyun havası olarak kullanılmıştır. Üç ya da dört bölümden oluşan mandıralarda “teslim” yoktur.