Hergün uyandığınızda, çevrenizi ilk idrakte,
Olaylara, insanlara, hayata göz gezdirdiğinizde,
Sürekli yenilenen ortak anamız tabiata,
Tekerrür eden ortak zamanımız tarihe,
Su gibi akan vakit içindeki minicik ömre bakınca,
Bu düzen, bu sürekliliği nasıl arzediyor, şaşırmıyor musunuz?
Siz şaşırmıyorsanız, şaşıran, hayret ve şüpheyle bakan,
Aslında düzenin yaratıcısının aynaları olan,
Ve hakikatin peşinde, bir hayatı feda eden,
Yaşam boyunca asla gerçek değerleri anlaşılamamış,
Nice insan var.
Bunlardan biri de Leonardo Fisanno Fibonacci,
Ahmak anlamına gelen Bonassionun oğlu,
1170 -1250 yılları arasında yaşamış bir farklı göz.
9 yaşında ölen anneye ve işi yoğun tüccar babaya,
Kilisenin yasakladığı müsbet ilmin kanıt dayanağına,
Cezayir gibi o dönemin bir gayya kuyusunda ikametine,
Rağmen, hem ne rağmen;
Hint-Arap ondalık sistemini, reel sayıların sihirini,
Bir Arap, Müslüman hocadan öğrendiği matematikle,
Daha sıfır rakamının varlığını bile bilmeyen Avrupaya,
Şimdinin yaşlı uygar kıtasına, anlatan adam bu zat.
Ortaçağın en büyük matematik dehası olarak anılıyor.
Aslında bugün, birazıcık onun gibi hayata bakabilsek,
Tabiata, olaylara, gelmişe, geleceğe,
Dünyada, etrafınıza baktığınızdaki her güzel şeyde,
Onun yakaladığı matematiksel hakikate uzanırız.
O hakikat ki, yaradanın sanki bu dünyayı,
Görünmeyen bir matematiksel düzen ile,
Geometrik bir ölçüyle ince ince hesaplayarak,
Yaratıp sürdürdüğünü bize gösterir.
Tabii ki görebilene, herzaman olduğu gibi,
Sadece konu mankeni kalmayıp, görebilene…
∞Ω∞
Dedik ya dostlar, görmeden anlamı ve hakikati,
Duymadan asıl sesi, içten dışa, dıştan içe,
Farketmeden, algılamadan, idrak edemeden,
İdrak-i tasavvurdan tasdiğe taşıyamadan,
Mütehayyilden müfekkire akli idrak geliştirmeden,
Bu hayatı süren milyarlarca insan var.
Ama çiçeklerin bile matematiğini kavrayabilen,
Bir salyangozu, insan kulağını yada doğadaki hortumu,
Benzeştirerek, bunu altın oran içeren bir spiral olarak,
Bütünün parçaları arasında uyum mucizesini tarifleyen,
Üstelik de bunu 1100’lü yıllarda yapan bir insanı,
Başka nasıl tarif etmemi beklerdiniz?
Belki birçoğumuzun adını bile bilmediği,
Fibonacci, Bonaccinin yani ahmakın oğlu,
Mahlukatın tesadüf eseri vücuda gelmediğini,
Bunun bir ölçüye göre dizilerek yaratıldığını,
1,3,5,8,13,21,34 diye giden matematiksel sırrı,
İdrak etme tefekkürüyle ödüllendirilmiş bir insan.
Sıfır ve bir ile başlayan ve kendinden öncekiyle toplanınca,
Ulaşılan ardışık sayıların diziliminde altın bir oran yakalayan,
Bütünün parçaları arasında görülen mükemmel uyumla,
Sayı büyüdükçe oranın sabitliğe yaklaştığını,
Kusursuz tasarımı anlayabilen bir akıl.
Çiçeğe, böceğe, taşa doğa olaylarına bakarken,
Ardındakini, gerçeğe uygun hükümlendirebilen bir akıl.
Bugün geldiğimiz noktada, insanlığa bakınca,
Duyunun idrak ettiği ihsasın sabit gerçekliğini,
Ancak hüküm veren aklımızla yanıltabildiğimizi,
Unuttuk gitti.
Fibonacci gibi görebilme ihtiyacının tefekkürünü,
Bizim dışımızdaki her tür argüman ve enstrümana,
Bile göre devredip,
Muhteşem matematiksel dizilimi gözardı ederek,
İhtiyaca binaen sıradan yaratma işine odaklanıp,
Soyunduğumuz yaratıcılıkla insanı sıradanlaştırdık.
Fibonacci’nin tüm hayatına, artılarına eksilerine,
Kısacası sıradan bir insan gibi başladığı,
Asıl öze ulaşıp, üstelik te yansıttığı hayatına bakınca,
Farketmeden geçip giden her ana yanıyor insan.
∞Ω∞
Yahu ne diyorsun hocam, sadede gel çağrınızı,
Yine daldı, çıkamıyor seninki dediğinizi duyuyorum.
Bugün Leonardo Fisanno Fibonacciden bahsimizin,
İki önemli sebebi var.
Birincisi, hergün uyanıp, yaşayıp, görüpte,
Bir türlü nasıl bir mucizenin içine düştüğümüzü,
Kavrayamamıza sebep olan zayıf matematiğimizden,
İkincisi de herşeyi bitirip, canlıları pir-i uleması sıfatıyla,
Kendi bizzat yaratıcılığa soyunan homo sapiensin,
Nasıl bir çelişkide boğulduğundan dem vurmak.
Fibonacci sayılarla sıradan bir bitki yada nesnenin,
Nasıl altın bir oranla dizilip katmanlandığını anlatırken,
Bizi belki de en kuvvetli ve kanıtlı bir biçimde,
İhsanın huzur ve huşusuna davet ediyor.
Bize hakikatin yolunu gösterenlerin hepsi gibi,
Fibonacciyi irdeleyince de, ikinci çıkarım olarak:
Bugün geldiğimiz noktada ki asıl gafletimizi,
Ayrışmamızı, öteki çukurunda debelenmemizi,
Bir noktadan sonraki yaratıcılık küstahlığımızı ise,
Kutsal dizilim ve uyumdaki mucizeyi atlayıp,
Sürekli bindiğimizi aramamıza bağlıyorum…