1999 Yılında kapatılarak müzeye dönüştürülen Sinop Cezaevi, buraya gelmek isteyen yerli ve yabancı turistlerin ziyaretleri için önemli bir mekân.
İçinizde bir ürperti ve biraz da tedirginlikle koridorlarda dolaşırken, duvarlara çentik atan her bir mahkûmun neler yaşadığını, öykülerini, hayâl bile etmekten korkuyorsunuz adeta. Zaten onların yerine kendinizi koymaya gayret etseniz de, bunun nafile bir uğraş ve yalnızca yaşanabilir bir olgu olduğunu seziyorsunuz. Anlamaya, duyumsamaya çalışmak kalıyor geriye.
Sıvaların altından çıkan, kat kat üstüne sürülmüş boyaların döküntülerinde, sertçe kapanan demir kapıların metalik tınısının loş koridorlarda yankılanışında, hücrelerden gelen boğuk seslerin hüznünde, arkasına basılmış yumurta topuk ayakkabıların avluda volta atarken çıkardığı seste, kehribar tespihlerin adımlara uygun ritminde, kahredici sessizlikte, kader mahkûmlarının küskün serzenişlerinde, mescitten gelen duaların mırıltılarında, sigara dumanlarının baş döndüren bunaltıcı atmosferinde, arkası kuşlu aynada taranan saçlarda, bir ucu sigarayla yakılmış mektuplarda, bakılmaktan eskimiş yavuklu fotoğraflarında, siyasilerin vakur duruşlarının ezici sessizliğinde, Sabahattin Ali’nin, adeta bir fısıltı gibi kulağımıza ulaşan dizelerinde, ipuçları bulmaya çalışmak…
Yazının devamını okumak için tıklayın