Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali geçen cumartesi düzenlenen bir törenle sona erdi. Tören kısmına tekrar geleceğiz ama festivalin en çok konuşulan ulusal yarışmasına dair genel birkaç gözlemi aktarayım.
Ulusal yarışma filmlerinin ortalamasının son yılların vasatın hayli üzerinde olduğunu belirterek başlayalım. Çoğu kariyerinin daha başında olan, ilk ya da ikinci filmlerini çekmiş yönetmenlerin yeni yapımlarını beklemek için elimizde gerekçeler var. Kendi adıma “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” ve “Gecenin Kıyısı” en beğendiğim yapımlar oldu. 1978’de yedi TİP’li gencin Abdullah Çatlı liderliğindeki faşistler tarafından öldürüldüğü katliamdan ilhamla çekilen “Hiçbir Şey Yerinde Değil” ise seyirciyi de eleştirmenleri de ikiye böldü. Yönetmen Burak Çevik’ın estetik tercihlerinin, hikayeyi ele alma biçiminin olası sonuçları üzerine yazılıp çizildi. Film vizyona girdiğinde izleyip kendi kararınızı verebilirsiniz. O dönem de ayrıca yazılıp çizilecektir.
‘EŞİT MESAFE’ YANILSAMASI
Ancak filmden bağımsız iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. İlki, ‘iki taraf’tan bahsederken tam ortada durmak her zaman dengeli bir anlatıya neden olmaz. Çünkü dengeyi belirleyen şey taraflar arasındaki güçtür. Bu yüzden bu tür anlatılarda tarafların gücüne bakarak dengeyi bulmak için bazen bir yöne doğru kaydırmak gerekir nirengi noktasını. Örneğin İsrail ile Filistin arasında bir denge bulacaksak bu tam ortası olmaz. Muhtemelen biraz daha Filistin’e doğru yakın durmak gerekir. Bu ortada durma anlatısı, eşit mesafe söylencesi ilk bakışta çok ‘adil’miş gibi geliyor. Ama iki tarafı da eşitliyor. Kurban ile katili, iyi ile kötüyü, zalim ile mazlumu aynı potaya koyuyor. İşin ilginci bunun makul bulunması, doğru bir çizgi olduğuna dair ısrar.
İkinci olarak da, “Hiçbir Şey Yerinde Değil” filmi vesilesiyle bir kez daha düşünmek gerekiyor. Sol, sosyalist hareketin belleğinin bugünün kuşaklarına aktarılmasında ciddi bir kopukluk olduğu görülüyor. Ülkenin ciddi kırılma anlarına dair hafıza, bu anlardaki tarafların pozisyonuna dair tarih bilgisi bir noktada kırılmış gibi. Bunda sosyalist hareketin güçsüzlüğünün payı yadsınamaz. Bu güçsüzlük geçmişin hafızasının ve asıl bunun tarihsel yorumunun bugüne taşınmasında ciddi bir sıkıntı.
KISA VE BELGESELCİLERİN ÇİLESİ
Film festivallerinde en çok ihmal edilen sinemacılar kısa ve belgeselciler oluyor maalesef. Bu ihmale biz gazeteciler ve eleştirmenler de dahiliz. Hem festivallerin ulusal yarışmalarının daha cazip olması hem de programların çakışması nedeniyle kısa ve belgesel bölümleri hak ettiği ilgiyi göremiyor. Ayrıca, bu yıl Adana’da olduğu üzere bu filmler kötü salonlara konuluyor, dar bir çerçeveye hapsediliyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi törende de ayrıca büyük ayrımcılığa tabii tutuldular.
‘EŞİT MESAFE’ YANILSAMASI
Ancak filmden bağımsız iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. İlki, ‘iki taraf’tan bahsederken tam ortada durmak her zaman dengeli bir anlatıya neden olmaz. Çünkü dengeyi belirleyen şey taraflar arasındaki güçtür. Bu yüzden bu tür anlatılarda tarafların gücüne bakarak dengeyi bulmak için bazen bir yöne doğru kaydırmak gerekir nirengi noktasını. Örneğin İsrail ile Filistin arasında bir denge bulacaksak bu tam ortası olmaz. Muhtemelen biraz daha Filistin’e doğru yakın durmak gerekir. Bu ortada durma anlatısı, eşit mesafe söylencesi ilk bakışta çok ‘adil’miş gibi geliyor. Ama iki tarafı da eşitliyor. Kurban ile katili, iyi ile kötüyü, zalim ile mazlumu aynı potaya koyuyor. İşin ilginci bunun makul bulunması, doğru bir çizgi olduğuna dair ısrar. İkinci olarak da, “Hiçbir Şey Yerinde Değil” filmi vesilesiyle bir kez daha düşünmek gerekiyor. Sol, sosyalist hareketin belleğinin bugünün kuşaklarına aktarılmasında ciddi bir kopukluk olduğu görülüyor. Ülkenin ciddi kırılma anlarına dair hafıza, bu anlardaki tarafların pozisyonuna dair tarih bilgisi bir noktada kırılmış gibi. Bunda sosyalist hareketin güçsüzlüğünün payı yadsınamaz. Bu güçsüzlük geçmişin hafızasının ve asıl bunun tarihsel yorumunun bugüne taşınmasında ciddi bir sıkıntı.
KISA VE BELGESELCİLERİN ÇİLESİ
Film festivallerinde en çok ihmal edilen sinemacılar kısa ve belgeselciler oluyor maalesef. Bu ihmale biz gazeteciler ve eleştirmenler de dahiliz. Hem festivallerin ulusal yarışmalarının daha cazip olması hem de programların çakışması nedeniyle kısa ve belgesel bölümleri hak ettiği ilgiyi göremiyor. Ayrıca, bu yıl Adana’da olduğu üzere bu filmler kötü salonlara konuluyor, dar bir çerçeveye hapsediliyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi törende de ayrıca büyük ayrımcılığa tabii tutuldular.
https://www.evrensel.net/yazi/95674/altin-koza-ve-kronik-festival-problemleri