EMRE TOĞRUL /DIŞARDAKİ MAHKUMLAR

Asıl adı Mehmet Nazım Ran’dır, Nazım Hikmet’in.

Çoğu takma isimlerle yazdığı bir çırpıda okunuveren şiirlerinde,

İbretlik yaşam öyküsünün üç tane eşsiz unsurunu dillendirir:

Delicesine bir hasret, düşüncenin özgürlüğü, dışarıdaki asıl mahkumlar.

Karısı, oğlu Memet, dostları, boğazdaki vapur, gülüm ve zaman.

O içerde, sürgünde; asıl dışarıdaki mahkum olanları çok enfes betimler Nazım usta.

Bugün köprünün altından çok suların geçtiği yüz yıl sonunda hala taze,

Hala güncel ve şu anı anlatabilen şiirlerinde çok güzeldir Hikmet Ran.

Ben içeri düştüğümden beri,

​​Güneşin etrafında on kere döndü dünya.

Ona sorarsanız:

​​‘’Lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman,’’

Bana sorarsanız:

​​‘’On senesi ömrümün.’’

Bir kurşun kalemim vardı,ben içeri düştüğüm sene,

Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.

Ona sorarsanız:

​​‘’Bütün bir hayat.’

Bana sorarsanız:

​​‘’Adam sen de, bir iki hafta.’’

●●●●○○○○●●●●

Dostlar, sürekli farkındalık köşemizin pazar konusu derin bugün.

Yaşamın kaçınılmaz cezalarından nasibini alıp ardına düştüğü duvarla,

Aslında, kendini bekleyen dışarıdaki mahkumların da koğuşa sokuluş hikayesi.

Müebbet annesininin sesini duyabilmek yanağını okşayabilmek isteyen çocuğu,

Haftada bir on dakika açılan telefonun başında tüneyen mahkum ana babasını,

Mahkemenin kararına kadar dışarıda mahkum yatan sevgiliyi, teyzeyi, amcayı,

Ödeyemediği borcu, nafakayı, diyeti, hayat yükünü çeken babasını, kardeşini, evladını,

Bekleyen, gözleyen, düşünen, hep onla içerde olan ama dışarıda sanılan mahkumu,

Öyle güzel anlatır ki Nazım Hikmet, o yüzden Hikmettir zaten.

Şimdi on yaşına bastı,

​​Ben içeri düştüğümde ana rahmine düşen çocuklar.

Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,

​​Rahat, geniş sağrılı, birer kısrak oldular çoktan.

Fakat zeytin fidanları hala fidan,

​​Hala çocuktur.

Yeni meydanlar açılmış, uzaktaki şehrimde,

​​Ben içeriye düştüğümden beri.

Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta,

​​Görmediğim bir evde oturuyor.

●●●●○○○○●●●●

Bugün dostlar, bu dünyada yaşayıp ta, zaman geçirip, dayanıp da,

Aslında ezayı, cezayı, külfeti, ızdırabı başkası çekiyor sanılan,

Ama sırf insan olduğu, düşünebildiği ve hissedebildiği için gözardı edilen,

Dışarıdaki mahkumlar, dışarıda sanılanlar için de iki satır yazalım bugün.

Savaştaki kocasını, mapustaki anasını, mülteci babasını, kaçırılan evladını,

En az ezayı, cezayı çeken kadar derinden içselleştiren insanlar için yazalım.

Öyle ki, o mükemmel, tekamül etmiş, aklı selim sahibi insan zekasının dahi,

Hiçbir vicdan, etik ve adalet kavramlamasıyla tanımlayamayacağı cezaya mahkum,

Asla gerektiği gibi düşünülüp, desteklenmeyen dışarıdaki mahkumları yazalım.

Bakın taa 1947’deki mahkumiyetinin içinde nasıl güncel yazmış usta onları:

Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek

​​Ben içeri düştüğüm sene, sonra vesikaya bindi,

Bizim burada,içerde, biribirini vurdu millet,

​​Yumruk kadar, simsiyah bir tayın için, şimdi esmer ve tatsız.

Ben içeri düştüğüm sene İKİNCİSİ başlamamıştı henüz,

Daşav kampında fırınlar yakılmamış,

Atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya,

Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman,

Sonra kapandı resmen o fasıl,

Şimdi ÜÇÜNCÜDEN bahsediyor Amerikan doları.

●●●●○○○○●●●●

Bu dünya gerçekten tüm varoluş zamanımız ise, hepimize geçmiş olsun dostlar.

Hastası ile hastalık çeken, mahkumuyla içeride yatan, ölüsüyle ölen,

Kendine ait olmayan yaşamların yüküne, varlığına yokluğuna dertlenen,

Güzel insanın tek varoluş zamanı bu dünya ise, hakikaten tüh olsun be.

Bugün yaşama hiç bakmadığınız bir pencereden bakın, hissedin.

Neden bir başka halkın, toplumun, insanın derdi gelip orta yerinize saplanır,

Neden fiziken sizi ilgilendirmeyen bir eza yada ceza kimyevi varlığınızda tepkir,

Neden vicdanınızda mahkum, aklınızda tutuklu, gönlünüzde tel örgülü olup,

Neden varlığınız bir başka varlığa armağan gibi olur, hiç düşündünüz mü?

Nazım Hikmet düşünmüş, ve öyle güzel söylemiş ki, o yüzden Hikmet zaten:

Ben içeri düştüğümden beri,

​​Güneşin etrafında on kere döndü dünya.

Fakat gün ışıdı her şeye rağmen,

​​Ben içeri düştüğümden beri,

Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,

İçeri düştüğüm sene onlar için yazdığımı:

‘’ Onlar ki toprakta karınca, suda balık,

​​Havada kuş kadar çokturlar.

Korkak, cesur, cahil, hakiim,

​​​Ve çocukturlar.

Ve kahreden, yaratan ki onlardır,

​​Şarkılarımda yalnız onların maceraları vardır.’’

Ve gayrısı, mesela benim on sene yatmam, lafı güzaf.