Emre Toğrul,Yetişmeye Çalıştığımız Gelecek Geçmişin Arkadan Görünüşümü?

Yetişmeye Çalıştığımız Gelecek Geçmişin Arkadan Görünüşümü?
‘’Gelecek geçmişin arkadan görünüşüdür’’ der bir filozof,
Tarih te tekerrürden ibaret olduğuna göre doğrudur mutlak.
O halde bu koşturmaca, bu yetişme telaşı nedir?
Geçmişimize mi yetişmeye çalışıyoruz, dönüp yakalayıvermek varken.
Ankara’dan bir toplantıdan dönüyorum, ameliyatlarıma yetişme telaşında,
Dün de buraya gelirken toplantıya yetişme hengamesiyle koşturmuştum.
Dönüp bakıyorum dün yetişmeye çalıştığım toplantıya, farksız bugünden.
Kurtulunması imkansız bir kaos aslında, geçmişle gelecek arasında sıkışan şimdi,
Dilimize bile şimdiki, geçmiş, gelecek ve geniş zaman olarak yerleşmiş ayrıntı,
İngiliz diline baktığında çok daha girift ve kurtulunmaz bir hal almış;
‘’Past continuous, present perfect, future perfect continuous gibi kalıplarla,
Biribirinin üzerine çökmüş gölgeler halinde yönetiyor gerideki ve ilerideki zaman bizi.
Zamanımızın büyük bir bölümünü, hayat mücadelemizin en etkin kısmını,
İnşa etmeye çalıştığımız bir gelecek için denemelerle geçiriyoruz.
Tüm tecrübe, bilgi ve deneyimimiz ise geçmişten, diğerlerinin olduğu gibi,
Bize yapmayı yada yapmamayı telkin eden, yada arada bırakan bir geçmiş.
Oysa deneme ve çaba değil onun adı farkında bile değiliz.
Star Wars filminde Yoda’nın bize öğrettiği replikte yatıyor gerçek;
‘’No; try not, there is no try, There is only do or do not. There is no try.’’
Hayır deneme, deneme diye bişe yok, yapmak yada yapmamak var, denemek yok.
∞Ω∞∞Ω∞
Yine dönüyorum gittiğim yerden, yine koşturmaca ve telaştayım aynı çarkın içinde
Toplantı bitti, uçak, yazı, on ameliyat var, çocuklar, kendi zamanım, görev, sorumluluk…
Bugün yine yetişmeye çalışıyorum, geçmişimin arkadan görüntüsüne,
Hepimiz aynı şeyi yapıyoruz, atmıyoruz kendimizi bilmediğimiz karanlıklara
Gün geçtikçe daha biribirine benzeyen bir geçmiş örüntüsü içine doğru koşuyoruz.
Ne olduğu, başımıza ne geldiğiyle ilgili konuşturuyor dil bizi, yapısı bile öyle,
Tekrar ziyaret, gözden geçirme yeniden çerçeveleme meraklısıyız geçmişimizi,
Belki ziyaret etmesi hoş bir tarihi eser, ama orada yaşayamayız değil mi?
Edward Young ‘’ harcanan zaman salt varoluş, kullanılanı ise yaşamdır’’ der.
Zamanın ilerleyen bir şey olduğu hissi sadece insana özgü bir kavramdır.
Yaşam-zaman-ölüm üçlemesi içinde çırpınan her bedbaht beden için,
Zamanın asıl süresi, yaşamdaki eylemlerin bedeli için harcanan algı uzunluğudur ki,
Amerikalı Kronobiyolog Jay Dunlop bunu tek bir merkezden algılamadığımızı zikredip,
Aksine her hücre, doku, fizyolojik mekanizmada ayrı bir ölçme mekanizması olan ,
İnsanı, içinde farklı zaman gösteren saatlerle dolu, bir saatçi dükkanına benzetir.
Ve ekler ; zamanı bir süre olarak geçirmek, yada süreç olarak değerlendirmenin ötesinde,
Zamanımızı verimli ve etkin kullanmak denen eyleme dönüştürmek için,
İşte bu saatçi dükkanındaki tüm saatleri aynı doğru zaman üzerinde buluşturmalıyız.
Yaşamın asıl hammaddesi zamanı, bunca farklı şekilde kullanan alt birimlerimiz,
Bizim zaman karşısında çaresiz hissetmemizdeki en önemli çıkmazdır.
Mark Twain, saatçi dükkanı insanın bu verimsiz zaman yönetimini tek cümleyle özetler;
Zaman içinde bir dolu üzüntü ve endişem oldu, ama çoğu gerçekleşmedi…
∞Ω∞∞Ω∞
Kant gibi düşünürsek, mekan gibi, sırf görüdür zaman, an, geçmiş, gelecek.
Bizim düşüncelerimiz ve görümüz olmaksızın var olamayacak bir şey için,
Sınırlama koymak, süre biçmek ve akış hızına kaptırmak yerine,
Yaşanılan dilim ne olursa olsun eylemde kalmayı tariflemiş büyük usta.
Süre olarak algılandığında büyük bir paradoks yaşam.
Geçmiş artık yok, gelecek henüz gelmedi, bugün ise başlayıp hemen yok.
Yokluğa bu denli yakın duran zamanın varlığını süre olarak algılamak zafiyetimiz.
O halde diyorum kendime, bugün yetişmeye çalıştığın şey, yokolacak şey,
Dün yetişip geride bıraktığın şeyin aynısıysa, aynı yokluğun peşindeysen Emre kardeş,
Icık soluklan hele, mental iyiliğin en güvenli yerinde, yani şimdide soluklan…