Funda Cantek / Akan suyun bugüne taşıdığı anneanneler

Anneanneleri bir süreliğine görmeye alıştığımız mekândan, mutfaktan çıkarıp gün ışığına taşıyor, yaşadıkları dönemi, o dönemin politik iklimini, toplumsal dönüşümlerini de anlatıyor ve bunu yaparken de acaba yaşasalardı buna razı olurlar mıydı, diye düşünüyor genç yazarlar. Bana göre, anneannelerini anlatmak muradıyla yola çıkan bu kuşak da ilk kuşak gibi kendilerini anlatıyorlar.

    Satı Atakul ve Çiğdem Aydın’a

Belki başka bir yazıda da bahsetmişimdir ama bir çırpıda anlatılıveren bu anekdotun çok derin anlamları var: Mesleği ev kadınlığı olan bir akrabamızın kocası park yeri yüzünden bina girişindeki esnafla yumruk yumruğa gelir. O sırada karısı pencereden olan biteni kaygıyla izlemekte, ‘yapmayın etmeyin’ diye çırpınmaktadır. Derken aşağıdaki esnafın karısı boy gösterir dükkânın önünde. Kafasını yukarı kaldırıp avazı çıktığı kadar bağırır: “Sus edepsiz! Sen iyi bir kadın olsan çarşı içinde oturmazsın.”

Bugün size bahsetmek istediğim bir geleneğin, daha doğrusu gerçekleşmiş bir ütopyanın girizgahı olsun diye anlattım bu anekdotu. 8 yıl, artık akademi dışında olmama rağmen eteğine yapışmaktan vazgeçmediğim, 1993’te kurulan Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve 1996’da açılan Kadın Çalışmaları Lisansüstü Programı ile hemhal oldum. Hem akademik hem de idari süreçlerinde yer aldığım bu merkez ve programla ilişkim ve gelip geçen hocalar olarak çoğumuzun ilişkisi ancak hemhal olmak biçiminde tariflenebilir. Türkiye’nin ilk kadın araştırmaları merkezlerinden biri olan bu birim, başlarda çoğu meslektaşın burun kıvırdığı, sonraları ise parıltısını görmezden gelemediği bir çalışma alanı olarak kampüste küçücük bir odada, kısıtlı imkanlarla, hatta imkansızlıklarla var kaldı yıllarca. Benzeri birçok merkez gibi, üniversitenin çeşitli fakültelerinden hocaların gönüllü emeği, dayanışması ve heyecanıyla, eski parıltısını yitirse de bugüne kadar yaşadı. Birçok alanda ilki gerçekleştirdi: toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında ilk doktora ve sertifika programı, ilk toplumsal cinsiyet temalı akademik nitelikli dergi, ilk cinsel tacize karşı destek birimi. O küçücük odadan yayılan enerjiyi emaneten kullanılan dersliklerde, 8 Martlarda ve 25 Kasımlardaki etkinliklerde, Cebeci kampüsünün kuytularındaki toplaşmalarda görmeliydiniz. Feminist metodolojinin empoze ettiği karşılıklı öğrenme tecrübesini, yatay ilişkilenme biçimini, hocalar ve öğrenciler arasındaki dostluğu, güncel siyaseti ve sokağın sesini dinleme ve hassasiyetini, sesini duyurma çabasını fark edebilirdiniz. Baştaki anekdota dönecek olursak, kadın çalışmaları öğrencileri bu anlamda çarşı içinde oturan kadınlardı. Sonra bu kadınlara her cinsel kimlikten öğrenci eklendi. Çarşı içinde oturmakta inat eden bu topluluk, özel alanına sahip çıkıyor ama ona bağımlı olmayı reddediyordu. Mahrem olana değer veriyor ama gerektiğinde onu gözler önüne serip didiklemekten çekinmiyordu. Pencereden gördükleri sokağın akışına karışıyor, onun bir parçası olmak için mücadele ediyorlardı.

HİKAYELER MIRILDANAN TOPLULUK

Hikayeler, özellikle de hayat hikayeleri başından beri kadın çalışmaları disiplininin merkezinde yer alıyordu. İçini dışına çıkarmanın, kendini anlatmanın sağaltıcı ve farkındalık yaratıcı yönünü hesaba katarak bir dönem “Sınıfta Kim Var?” başlığıyla bir seminer organize etmiştik. Programa yeni kaydolan öğrenciler kalabalık sınıfta kürsüye çıkıp kendilerini oraya çeken/sürükleyen sebepleri, hayat hikayelerine göndermelerle anlatıyorlardı. Önce tutuk başlayan anlatılar giderek bir çağlayana dönüştü. Travmalar sağanak gibi yağıyor, mahremiyetin yükü günlerce üzerimizden kalkmıyordu. Kendini anlatmanın hırpalayıcı yönü anlatılar sürerken ortaya çıksa da yaralarına bakmak, onlar üzerine düşünmek, sağaltıcı dayanışmanın gücünü duyumsamak bakımından uzun vadede büyük bir kazanım olmuştu. Kendi üzerimize düşünme cesaretini bize hocasıyla-öğrencisiyle Kadın Çalışmaları’nın ilk kuşağı vermişti. Ben de Kadın Çalışmaları’nın iki eski hocasıyla, sonraki kuşaktan öğrencilerini ortak temalı iki kitap vesilesiyle bir araya getirip söyleştim.

ANNEANNE: SIRLARINI ESKİTMİŞ AYNALAR

Çarşı içinde oturan kadınların ilk kuşağı Kadın Çalışmaları’nın seyrini büyük ölçüde değiştirdi. Bir anneanne kitabı hazırladılar. Yıl 1997’diydi. Mine Göğüş Tan’ın yürüttüğü Kadın Araştırmalarından Kesitler yüksek 

Yazının devamını okumak için aşağıdaki linke tıklayın:

https://www.gazeteduvar.com.tr/akan-suyun-bugune-tasidigi-anneanneler-makale-1548462

Funda Cantek Kimdir?

Doğma büyüme Ankara’lı. Ama aslen Niğde’li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde, 2010 yılından, 686 No’lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı’nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet’in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna’nın annesidir.