Siz de artık Chat GPT ile tanıştınız mı? Bu bayramın sohbet konusu bu olsun. Bu aralar, gün geçmiyor ki, konu bir tarafından mutlaka yapay zekaya gelmesin. Yeni çağın özelliği böyle işte. Soruyorsunuz anlatıyor, isterseniz tablo, isterseniz grafik kullanıyor. Pek yaman, doğrusu.
Ne yapalım? Türkiye’nin nasıl bir ekonomik programa ihtiyaç duyduğunu da ChatGPT’ye mi soralım acaba? Doğrusu ben bu yazıyı yazmaya başlamadan önce sorduğumda, kapsamlı bir ekonomik programın hangi politika alanlarına odaklanması gerektiğini pek güzel özetledi şimdi. İnkâr edemem. Gerçi insan önerileri okuyunca, bir tür “deja vu yani yahu, ben bunu bir yerden gördüm” hissine kapılıyor. Bizim buradaki jenerik dönüşüm programları gibi aynen. Yoksa onları da böyle mi yapıyorlar?
Ama bakın, ChatGPT şunu da ekliyor açıklamalarına:
“Bu önerilen politika alanları, Türkiye’nin ekonomik çeşitliliğini, potansiyelini ve rekabet gücünü artırarak ekonomik kalkınma ve istikrarı desteklemeyi amaçlamaktadır. Ancak her bir politika alanının, Türkiye’nin özgün koşullarına ve ihtiyaçlarına göre özelleştirilmesi ve uygulanabilirlik açısından dikkatle değerlendirilmesi önemlidir.”
Bir tür “sorumluluk bana ait değil, bak onu da ifade edeyim” notu mutlaka oluyor açıklamaların sonunda.
Etkileyici şimdi doğrusu, o hemen anlatmaya başladığı sekiz maddelik politika çerçevesi. İnsan düşünmeden edemiyor. Şimdi bu yapay zeka çağında, ChatGPT’den duyunca karar alıcılarımızda acaba farklı bir tepki ortaya çıkar mı? Acaba o zaman uygulama açısından etkisi daha mı fazla olur? “Yahu, bak ben demiyorum, yapay zeka dedi valla” desek işler hızlanır mı? Malum ChatGPT artık konuşabiliyor da üstelik. “Bak sen de dinle hatta sor bak.” Pek fena, hakikaten.
Peki, bu durumda Beethoven’ın pabucunu eline vermiş mi oluyoruz?
Bugünlerde Oğuz Ergin dostumuz ChatGPT’ye hem resim yaptırıyor hem de müzik besteletiyor. Akşamları da YouTube sohbetleri ile influencerlik yapıyor artık. Eğer Oğuz Hocanın YouTube sohbetlerini izlemiyorsanız mutlaka izleyin. Aklıma bu beste işinden takıldı sanırım, Milan Kundera’nın yazma deneyimini anlattığı “The Curtain: An Essay in Seven Parts” isimli deneme kitabı.
Kitabı yıllar önce Pekin’de bulup da almıştım. 2008 baskısı. Herhalde 2014 sonrası almış olmalıyım. Pekin’e ilk 2014’te gittiğimi hatırlıyorum, bir sonraki yıl Türkiye G20’ye başkanlık edecekti, 2016’nın Çin yılı olacağı 2014’te belliydi. Çinli düşünce kuruluşlarının yöneticileri ile tanışmaya gitmiştim o yıl. İş çıkar diye. Öyle de oldu.
Kundera, müzisyen olan babası ile ilgili bir anekdot anlatıyordu kitapta. Bir gün kendisi gibi müzisyen olan arkadaşları ile bir yerde otururken birden, ya radyodan ya da bir pikaptan bir senfoni duyuluyor. Beethoven’ın dokuzuncusunun çaldığını hemen fark eden arkadaşları Kundera’nın babasına “Ne çalıyor?” diye soruyorlar hemen.
Yazının devamını okumak için tıklayın