Hatay’dan İstanbul’a, arkeolojiden günümüzün çağdaş çizgisine – Bedri Baykam

Bugün güzel şeylerden bahsedeceğim. Emin olun, eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “Anayasanın ilk 4 maddesi değiştirilebilmeli” provokasyonundan veya Erdoğan’ın “Marketlerde fiyatlar gayet uygun” sözlerinin yarattığı polemikten dem vurarak vaktinizi çalmak istemiyorum. Çünkü biz çağdaş, özgür, Atatürkçü Türkiye’ye ulaşmak isterken zengin bir kültür dünyasını da korumak ve geliştirmek istiyoruz. Bu hedef de tarihsel arkeolojik değerlerimizden yarının ve önümüzdeki yüzyılın sanatını ve nabzını yansıtan en çağdaş işlere kadar geniş bir yelpazeyi toplumla buluşturmak anlamına geliyor.

HATAY’DA DÜNYANIN EN ÇARPICI MÜZE-OTELİNİ GÖRDÜNÜZ MÜ?

İki hafta önce ailece bir güney turu yaptık. Fazla uzun değil, dört gün… İlk gün Mersin’de “Leonardo’ya Saygı” sergisi kapsamında konuşmam vardı, Yenişehir Belediyesi’nin Atatürk Kültür Merkezi’nde… Değerli Belediye Başkanı Abdullah Özyiğit’in de katılımıyla verimli bir etkinlik oldu. Mersin çok güzelleşmiş görmeyeli; insanları cıvıl cıvıl. Her yer ağaçlandırılmış. Sahil boyunca yürürken adeta Cannes’da La Croisette’de gezdiğinizi zannedebilirsiniz. Adana’da sevgili yeğenim Dr. Berkem ve Dr. Ece Ökten’in düğününe katılıp bu vesileyle ailemin bütün Adana kanadını gördükten sonra (ve güzel kebaplar yedikten sonra dememi bekliyorsunuz ama bunu ancak dönüş yolunda yapabildik. Yüreğir’deki gerçek mahalle kebapçısı Apranti’de…) sıra Hatay’a geldi. Fenerbahçe’nin Hatayspor’u centilmence bir maçın ardından 2-1 yenmesi bize keyif verdiyse de seyahatin zirve anı Antakya Müze Otel’de geçirdiğimiz gece oldu! Lafı uzatmıyorum: Antakya’daki bu muazzam Müze Otel’i gezmediyseniz, ilk fırsatta medeniyetlerin kesişme yeri olan güzel kentimizi ziyaret edin ve bu vesileyle “dünyanın en değerli oteli”ni büyük bir heyecanla keşfedin! Dünyanın dört bir yanını gezmiş bir dostunuz olarak konuşuyorum: Dünyada sayısız lüks otel vardır. 5 yıldız, 7 yıldız, yaldızlı yıldızlı, Las Vegas, Antalya, Rio de Janeiro veya Paris otelleri… Her biri daha gösterişli, pahalı olabilir. Ama hiçbiri Antakya Müze Otel kadar sizi apayrı bir his dünyasının içine çekemez, 2 bin 300 yıl geriye taşıyamaz, benliğinizi tarihin tam içine yerleştiremez! Otelin altı, Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi. Mimari proje uluslararası başarılarıyla gurur duyduğumuz Emre Arolat’a ait. Bakın Instagram’da başka neler yazmışım: “Dünyanın en değerli arkeolojik miraslarından birinin, üstelik bir otel yapısıyla hiçbir zarar görmeden, tersine değerlendirilerek öne çıkarılmasını başarmak çok büyük bir mühendislik ve mimari deha ürünü olduğu kadar, arkeoloji ve turizmi bir arada harmanlayan muhteşem bir proje.”

Bunları yazdıktan sonra, “acaba arkeologlar bu konuda ne diyorlar” diye bir soru takıldı aklıma. Sorunun yanıtını, 26 Eylül tarihli Milliyet gazetesinin Mimarlık ekinde buldum: Mimar Suha Özkan, Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün onur üyelerinden. “Geçen ay övgü ile söz ettiğimiz Bodrum Müze Hastane alanındaki koruma projesinin yanında, bir ‘mega’ proje olan Antakya Müze Oteli için ‘Eriştiği kapsamla, tarihe saygı konusunda belki de dünyanın en önemli çağdaş yapı ve arkeoloji mirası etkileşiminin örneğidir’ demiş, ‘Antakya’da bir otel gerçekleştirme çabasının önünü alan arkeolojik buluntunun kucaklanması, ileride gündeme almamız gereken bir başka olumlu katkıdır’ diyerek bitirmiştik.

Antakya’da gerçekleşen Müze Otel tam anlamıyla üçlü bir sevgi grubunun ortak anlayışının eseri olarak tamamlandı. Bu üçlü içinden hangisinin daha önemli olduğunu tartışmak söz konusu olamaz. Gerçek olan şu ki, her ilgi ve sorumluluk grubu kendi açısından kazandı. Çünkü ortaya çıkan eser, Roma döneminden kalan, tarihi mozaik zemininin ve temel duvarlarının korunması konusunda gönül birliği eden bir grubun etkileşiminin sonucu olarak, yatırımcı üstün nitelikli bir otel sahibi, EAA dünya çapında bir mimarlık yapıtı sunarak Anıtlar Kurulu da dokunulmadan korunan bir Roma eserini kültür dünyamıza vererek kazandı.” (Aynen alıntıdır)

İtiraf edeyim, bu satırları düşüncelerimin teyidi olarak dünyaca tanınmış bir mimarımızın kaleminden okumak beni fazlasıyla memnun etti. Suha Özkan’ın düşüncelerinin ve benim satırlarımın abartılı olmadığını, iç içe geçmiş oteli ve müzeyi gezdikten sonra fazlasıyla hissedeceksiniz. 

Lütfen ilk tatilinizde her dinin, her dilin ve tüm yerli-yabancı gezginlerin barış ve keyif içinde yaşadıkları, her anlamda “medeniyetler sofrası” oluşturulmuş bu güzel kentin güler yüzlü insanlarını, Müze Oteli ve muhteşem Hatay Arkeoloji Müzesi’ni keşfedin. O müzeyi de hak ettiği kelimelerle övmeye kalkarsam bunun sonu gelmez, çünkü büyük evrensel değere sahip bu olağanüstü müzenin tek açığı, barındırdığı tüm eserleri içeren bir kitaba henüz sahip olmaması. Bunun dışında her zerresiyle gurur duyulacak bir dünya müzesi. 

SONUÇ: İlk fırsatta işi gücü bırakıyorsunuz, Hatay’a gidip kendinizi mutlu bir kelebek ya da mutsuz bir sinek gibi, yani geçici canlı statünüzün tam içinde hissederek belki yüz binlerce yıl, belki milyonlarca yıl yaşayacak bu tarihi kalıntıları gezip yaşamınızı gözden geçiriyorsunuz… Dertlerimiz veya ideallerimiz veya hedeflerimiz bu eserlere kıyasla ne kadar kalıcı, ne kadar değerli ve ne kadar kocaman bir hiç… Bunlarla yüzleşiyorsunuz!

Yazının devamını okumak için tıklayın