İçinde bulunduğumuz uyaranlarla dolu ve hızla akan yeni çağda en değerli meziyetlerden biri de insanın farkındalıklı bir şekilde dikkatini yönetip bir kerede tek bir şeye odaklanabilmesi,
Sistemin, insanın aynı anda birçok şeyi yapabilmesini daha makbul görüyor olmasının aksine tek bir kerede bir konuya odaklanmak dikkat süremizin uzamasına, verimimizin artmasına, yaşama deneyimimizin canlanmasına ve zenginleşmesine katkı sunuyor.
Öyle ki; özellikle şehir insanlarının hayatlarının birçok alanına sirayet eden aynı anda birçok şeyi yapma alışkanlığı eğer farkında olmazlarsa boş zamanlarını değerlendirme biçimlerini de yansıyor. İnsanlar kendilerine ayırdıkları boş zamanlarında da hem eksik kaldıklarını düşündükleri şeyleri tamamlamaya hem de okumak, görmek, deneyimlemek istedikleri şeyleri yapmaya meylederek dikkat yorgunu bir şekilde, tam olarak dinlenemeden yeniden işe güce dönüyor.
Halbuki birçok insanın, özellikle yaratıcı eylemlerle ilgilenirken, kitap okurken, dans ederken, bir enstrüman çalarken, keyifli bir gün batımı manzarasını seyrederken, yazı yazarken, bir projeye hazırlanırken gibi dikkatini tek bir şeye odaklamayı seçtiği zamanlardaki odaklanma hâli insana çok daha özgür ve canlı deneyim yaşatıyor. Bu gibi durumlarda zamandan, mekandan hatta bedenimizden bile koptuğumuz çok zengin bir deneyim yaşayabiliyoruz.
Geçtiğimiz hafta kendime ayırdığım bir günde keşfetmeyi seçtiğim bir ada ve bir arkadaşımın daveti üzerine katıldığım bir gençlik festivali kapsamındaki konser deneyimi bana zamandan, mekandan ve hatta bedenimden koptuğum çok değerli anlar sundu.
Mahalle tadında bir ada
Bu hafta, uzun zamandır merak ettiğim bir diğer Prens Adası‘nı keşfetme şansım oldu.
Bostancı’dan atladığım tekne beni Kınalıada üzerinden Burgazada’ya götürdü.
Burgazada 1,5 kilometrekarelik yüzölçümü ile Prens Adaları’nın en küçüklerinden.
Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculukla ulaştığım Burgazada’nın, denizden kıyıya doğru yaklaşırken, öncelikle yemyeşil doğası ve yerleşiminin seyrekliği çekti dikkatimi.
Tekneden iner inmez sahil boyunca bir keşfe çıktım. Ada’ya öğle saatlerinde ulaşmış olmama rağmen püfür püfür esen Poyraz rüzgarının sağladığı ferahlıkla Ada’da rahatlıkla yürüyerek dolaştım. Sahil boyunca yere serdiği havlunun üzerinde güneşlenen, sohbet eden, tavla oynayan, oturduğu şezlongda kestiren Adalılar bende buraya dair tam bir yazlık duygusu yarattı.
Yürüyüşüm sırasında Ada’yla ilgili öneriler okurken kaşıma çıkan Yasemin Restoran ve Pyrgos Restoran‘ın yerlerini de keşfetmiş oldum. Saat henüz erken olduğu ve hedefim kadınların özellikle dolunay zamanı denize girmesiyle meşhur olan Madam Marta Koyu veya Kalpazankaya Plajı’nda denize girmek olduğu için yürüyüş yönümü tekrar Çarşı‘ya çevirdim.
Çarşının içinden ve Ada’nın tek tasarım dükkanı olan fikrine de adına da kendine de hayran kaldığım 3 Things‘in önünden geçip kısa bir süre soluklanmak için Four Letter Word adlı kafeye oturdum. Burası yeni nesil bir kahveci. Siparişimi verip kafeyle ilk karşılaştığım an ortama yaydığı huzurla dikkatimi çeken, bir bankın üzerindeki mindere kıvrılmış uyuyan yavru kedinin yanına yerleştim. Kafede oturduğum bir saatlik süre içinde gelip geçenin selamından, kulak misafiri olduğum sohbetlerden buranın mahalle tadında bir Ada olduğu hissine kapıldım. Biraz gözlem yapıp, soluklanıp biraz da kafedeki kızlarla Ada hakkında sohbet ettikten sonra yoluma Kalpazankaya yönüne doğru yürüyerek devam etmeye karar verdim.