Hayatımız için yaşamsal bir değere sahip olan suya erişimimiz yıldan yıla zorlaşıyor.
Dört buçuk milyar yıl önce dünyada yaşamın onunla başladığı, tüm canlı organizmaların büyük oranda ondan oluştuğu ve o olmazsa yaşayamayacağımız, yaşam kaynağımız olan “su”.
Su, vücut ısımızı düzenleyen, toksinleri atmamızı sağlayan, iç organlarımızın ve derimizin sağlığına katkı sunan, içeriden dışarı bedenimizin sağlığını koruyan ve destekleyen temel bir besin maddesi.
Hayatımız için böylesi yaşamsal bir değer taşıyan bir besine ulaşmak maalesef yıldan yıla zorlaşıyor. Dünya üzerinde bazı coğrafyalar üzücü bir şekilde çok uzun zamandır temiz içme suyuna erişim sıkıntısı yaşıyor. Dünyanın geri kalanı ise son yıllarda iklim krizinin etkisiyle, adım adım yaklaşmakta olan su kaynaklı sıkıntıların ayak seslerini duymaya başladı.
Birçoğumuzun çocukluğumuzda musluktan içebildiğimiz su, yıllar içinde şehirlerdeki plansız büyüme ve bundan kaynaklı alt yapı yetersizlikleri ile birlikte musluktan içilemez hale geldi. Ve aslında muhteviyatına çok da hakim olmadığımız, fiyatı günden güne çılgınca artan plastik/cam şişe ve damacana sulara mahkûm olduk. Yazımın devamında sizinle yaşamsal ihtiyacımız olan suyla ilgili son yolculuğumda yaşadığım ve beni bir hayli çarpan su hikâyemi paylaşmak istiyorum.
Bodrum- İstanbul hattı
Bodrum – İstanbul yolculuklarımı son yıllarda yeni otoyolun sürüş rahatlığı sağlaması ve varış süresini kısaltması dolayısıyla karayoluyla yapmayı tercih ediyorum. Yeni otoyolun sunduğu avantajların yanında seyahatin eski tadı kalmadığını itiraf etmeliyim. “Tat” kelimesini burada “gerçek” anlamıyla kullanıyorum.
Eskiden yol boyu lezzet duraklarımız vardı İstanbul – Bodrum hattında. Benim için ilk durak Ayvalık Tostu, çiğ böreği ve köpüklü ayranı ile meşhur olan Susurluk Yasa tesisleri, sonrasında Akhisar’da bulunan Ramiz köftecisi, son durak da Bafa gölü kenarında bir çay molası idi.
Yeni otoyol ile birlikte tüm bu özgün restoranlar otoyol üzerinde bulunan büyük dinlenme tesislerinin içinde yer almaya başladı ve maalesef ne eski lezzet ne de ruh kaldı. Bazılarının şube sayıları arttı, bir merkezden yönetilmeye başladılar ve standart, sıradan bir lezzete dönüştüler.
Yolun bu haliyle artık tercihim kısa duraklamalar yapıp yolda tüketebileceğim içecek ve yiyeceklerle yoluma devam etmek.
Son dönemde, Bodrum’dan İstanbul’a dönüş yolunda vaktim varsa favorim, tam olarak yol üstü olmasa da geçen sene bir arkadaşımın önerisi üzerine yeni tanıştığım Karacabey’de bulunan Tavacı Refik. Otoyoldan Karacabey’e ulaşım kısa bir mesafe olduğu için yolunuzdan çok da sapmış olmuyorsunuz. Tavacı Refik, Karacabey Devlet Hastanesi’nin hemen karşısında. Henüz tanışmadıysanız tavsiye ederim.
Bir havalimanı şaşkınlığı
Karayolu yolculuklarımda yaptığım kısa duraklamalarda restoran ve kafelerden yarım litrelik plastik şişe su aldığımda marketten aldığım suya oranla daha fazla para ödediğimin farkındaydım. Fakat bu hafta uzun bir aradan sonra Bodrum – Milas Havalimanında karşılaştığım su fiyatı beni çarptı ve hatta içimde bir öfke yarattı.
Suyun yazımın girişinde de belirttiğim faydalarının farkında olan bir insan olarak bol su tüketmeye özen gösteriyorum. Bunun için de her neredeysem elimin altında ve sokakta olduğumda da çantamda devamlı su bulunduruyorum. Tercihim hem çevre farkındalığı hem de ekonomik sürdürülebilirlik açısından her seferinde yeni bir plastik ya da cam şişe su satın almaktansa var olan cam şişelerimi veya termoslarımı evde doldurarak yanıma almak.
Fakat havalimanları kuralları gereği yanımızda taşıdığımız sıvıların her biri 100 mililitre ile sınırlandırılıyor. Bundan dolayı da çantamızda su bulunuyorsak güvenlikten geçmeden önce bu suyu ya tüketmemiz ya da çöpe atmamız gerekiyor.
Yani eğer havalimanlarında suya ihtiyaç duyarsak satın almaktan başka çaremiz yok. İstanbul Havalimanı hariç çünkü İstanbul Havalimanı yolcularının ücretsiz bir şekilde suya erişebilmeleri için havalimanına su sebilleri yerleştirmiş. Bütün havalimanlarının tez zamanda İstanbul Havalimanı’nı örnek alıp bu sisteme geçmesini diliyorum.
Ben de bu hafta Bodrum’dan İstanbul’a dönerken, havalimanında güvenlik kontrolünden geçtikten sonra susadığımı hissettim ve bir su almak üzere havalimanında bulunan kafelerden birine yöneldim. Bodrum/Milas Havalimanı‘nda suyu son olarak 40 TL’ye satın almıştım ve o gün de bu rakamı yüksek bulmuştum. Önümdeki dolapta bulunan yarım litrelik plastik şişe sulardan birini alıp ödemek üzere kasiyere ne kadar olduğunu sordum ve aldığım cevapla beynimden vuruldum. Kasiyer suyun 80TL olduğunu söylediği an içimde büyük bir öfke yükseldi ve elimde tuttuğum suyu çok susadığım halde susuz kalmak uğruna yerine bıraktım. Uzunca bir süre suyun fiyatının üzerimde yarattığı şaşkınlık ve sinirle kendi kendime söylenmeye devam ettim. Havalimanı içinde umutsuz bir şekilde yürürken suyun fiyatını sormak için karşıma çıkan bir diğer havalimanı kafesine yaklaştım. Orada da suyun 85 TL olduğunu öğrendim ve artık kendimi tutamayarak, sinir içinde yüksek sesle kahkaha atmaya başladım. Suyun bugünlerde litresi yaklaşık 45 TL olan benzinden neredeyse dört kat daha pahalıya satılabildiği bir tabloyla karşılaşmak beni fena çarptı.
Yaşam kaynağımız ve temel bir besin maddesi olan suya olan erişimimizin bu kadar zor olmaması gerekiyor. Maruz bırakıldığımız bu hali kabul etmek istemediğim ve beni yarım litrelik bir pet şişe suya 85 TL ödemeye mahkâm etmeye çalışan sisteme kendimce kafa tutmak için susuz kalmak uğruna o parayı ödemedim.
Su sanırım benim için bardağın taştığı yer oldu. Son dönem yaşamsal ihtiyaçlar dahil satın aldığımız her şeydeki akıl almaz fiyat artışları hepimizi zorluyor.
Bu hikâyenin sonunda çok susadığım için uçakta su satın almak zorunda kaldım. AJet ile yaptığım uçuşumda 0,33 litrelik suya 40 TL ödedim. Maalesef bu rakamın da vicdana sığar bir yanı yok.
Yazının devamını okumak için tıklayın