Kamuran Şipal anısına

“Adana denince ırmak gelir aklıma, Demir Köprü, Taş Köprü gelir, sonra bedesten, Yağ Camii, Bebekli Kilise ve kentin daha başka nirengi noktaları, simgeleri. Ama Adana denince hepsinden çok Kale Kapısı düşer aklıma.

Kentin bütün simgelerini elinin tersiyle bir yana itip, ben varken söylemiyle öne çıkan, bir yükselti üzerindeki tulumbasıyla Kale Kapısı. Yaz gelip pamuk tarlalarındaki pamukların toplanacağı zaman Güneydoğu’dan, Doğu’dan çalışmak için kente gelen binlerce insanı, birkaç günlüğüne geniş meydanında misafir eden Kale Kapısı. Çoluk çocuğunu bırakıp birkaç kuruş için uzak yerlerden gelenler arasından gözlerine kestirdiklerini kamyonlara yükleyip götüren elçiler, pamuk tarlalarının sahibi ağaların elçileri. Kendilerini alıp götürecek bir elçi çıkmayanlar, yeniden yorganlarını sırtlarına vurup, başları önünde, düşünceler içinde, geldikleri yerin yolunu tutan saz benizli, sıska, çelimsiz insanlar. Bir-iki kez gelip, sarı sıtmaya yakalanarak bir daha gelemeyenler. Bir lokma ekmek için çekilen onca çile, onca acı. Çırçır fabrikalarında boğaz tokluğuna tüketilen ömürler.”

Böyle  anlatmıştı Kamuran Şipal, ikinci romanı ‘Sırrımsın Sırdaşımsın’a verilen Orhan Kemal Armağan Ödülü’nü alırken.
Kafka, Bachman, W. Borchert, H. Böll, B. Brecht, E. Canetti, H. Hesse, T. Mann, R. Musil, R. M. Rilke gibi önemli yazarların yapıtlarını Türkçeye çeviren Kamuran Şipal’in ilk romanı ‘Demir Köprü’yü 1998 yılında yayınlamıştı. Adana’nın yoksul sokaklarının içinde bir ana-oğul ilişkisini anlatan Şipal’in bu romanı geçtiğimiz ağustos ayında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı.  

Son yıllarda, yazarların yayınladıkları kitaplarla ilgili medyada çok fazla yer aldıklarını ve  okurun kitapla kurduğu ilişkiye müdahale olarak görülebilineceğinin tartışması sürekli olarak edebiyat gündeminde. Kimi edebiyatçılarımız röportajlarla, TV programlarıyla kitaplarını anlatmada sorun görmezken kimileri de aksini seçiyor, basına röportaj vermeyi reddediyor. Tıpkı Kamuran Şipal gibi. Şipal, kendisini her ne kadar görünmez kılmaya çalışsa da eserlerinin dili, hikayesi onu görünmezlik zırhından koparmamızı sağlıyor.

Demir Köprü romanında bir adamın çocukluğunu geçirdiği şehre yaptığı yolculuğu anlatan Şipal, aynı zamanda çocukluk yıllarına uzanan içsel bir yolculuğu da tasvir ediyor. Romanın kahramanı, bindiği uçağın motorunun sesinin duyulmasıyla, “Nereden geldim ben buraya” sorgulamalarını uçağın penceresinde dışarıya bakan gözlerinde yansıtıyor. Fiziki yolculuk başlıyor ama biz bu yolculuğun devam ettiğini kitap boyunca çok uzun aralıkla uçağın hostesinin arada bir gelip yaptığı uyarıları görünce öğreniyoruz.

Küçük bir erkek çocuğunun annesiyle yaşadığı acıları, ölümleri, kimsesizliği anlatıyor. Mutsuz bir evlilik yaşayıp ayrılan annesinin her şeye rağmen oğluna sarılışına tanık ediyor okuru. Kahramanımız büyüdükçe annesi ile aralarında uzaklıklar yaratır. Ve bu uzaklık zamanla anneye karşı anlamsız, nedensiz hırçınlıklara dönüşür. İçinden çıkaramadığı bir kaçma dürtüsüyle evi annesini terk eder. Yılda bir yapılan ziyaretlere dönüşür. Anlatılan bu yolculuk annesinin ölüm haberinden sonra çıkılan bir yoldur.

Bir çok insanın çocukluk anılarıyla örtüşebilecek bu anıları Kamuran Şipal, imgeleri, tasvirleri ve karakterler betimlemelerinde çok zengin bir dille vermiş. Romanda kurguyla mekan anlatımını görsel bir dile dönüştürüyor. (İstanbul/EVRENSEL)

Demir Köprü, Yapı Kredi Yayınları, Roman, 106 sayfa

Kaynak: www.evrensel.net