Kendi kitabını yayınlayan Elif Türkölmez: Dünyanın en normal şeyi e-kitap

ECE KARAAĞAÇ

Elif Türkölmez’i bir kısmımız @sefertasimoda hesabından paylaştığı hayata dair notlar ve fotoğraflarla, bir kısmımız da geçtiğimiz yıl çıkan ‘Anne Kız, Harikasın’ adlı öykü derlemesiyle tanıdık.

2018’in son günlerinde, Elif bu kez 2018’e dair hazırladığı resimli bir yıllık olan ‘Ormanın İçinden, Denizin Kıyısından’ ile karşımızda.

Üstelik bu yıllığı herhangi bir yayınevi etiketiyle kitapçı raflarında değil, e-kitap formatıyla internet ortamında bizzat kendisi satışa çıkardı. Türkölmez’le yeni girişimini, Türkiye’de e-kitabın durumunu ve medyanın yeni formlarını konuştuk.

Sizi ilk olarak Instagram hesabınızla tanıdık, sonrasında ‘Anne Kız Harikasın’ adlı öykü kitabınızı okuduk. Fakat yine de sizi henüz tanımayanlar olabilir, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Ben gazeteciyim. Radikal’de başladım gazeteciliğe. Hayatımın en güzel, en mutlu zamanlarındandır Radikal, hep neşeyle anarım. Yağmurlu, kasvetli, berbat bir pazar sabahı Radikal İki’de bir ilan gördüm. İlan, mealen şöyle diyordu: Yeni kuracağımız ek yayın için genç okurlarımızın yazılarını bekliyoruz. Hemen kalkıp bir yazı yazdım ve gönderdim. Bir de kelle fotoğrafı ilişikte.

İlk dijital fotoğraf makinaları çıktığında kardeşlerimle harçlıklarımızı birleştirip bir tane edinmiştik. Kardeşime bin çeşit poz verip “Öyle de çekme, böyle de çek” diye diye çözünürlüğü çamur, niyeti tatlı bir köşe fotoğrafı elde etmiştim işte. Radikal Genç ekinde çıktı yazım. Ve kelle fotoğrafım. Bir de tişört gönderdiler. Üzerinde şöyle yazıyor: “Yazdım, yine yazarım!”

Dünyalar benim oldu. O tişörtü giyip sokağa fırladığım zamanı hatırlıyorum. Hiç kimsenin elbette fark bile etmediği, benim içinse hayatımın amentüsünü fısıldayan o gri tişört hala dolabımda. Kaç defa yıkandı da, ne rengi soldu, ne baskısı bozuldu. Radikal kapandı, tişört sapasağlam. Bazen üstümde o tişörtle gece çişe kalkıp aynada görünce filan bir tuhaf oluyorum. Balkona çıkıp sigara içiyorum. Çünkü bazen bir şey olur ve geri yatıp uyunmaz.

‘Ormanın İçinden, Denizin Kıyısından’ sizin gündelik hayat tecrübelerinizden yemek tariflerine dek uzanan bir kitap. Böyle bir kitap yazma fikri nasıl oluştu?

Radikal kapanmadan evvel işsiz kalmıştım ben zaten. Türlü şey yaptım ondan sonra. Fıstık ezmesi sattım. Hardal sattım. Tiyatroda kek sattım. Ispanaklı börek sattım. Etamin sattım. Çeviri yaptım. Nihayet vegan yemekler yapıp sefertaslarıyla insanların evlerine, ofislerine götürüp sattım. Sefertasımoda evde otururken aklıma gelen bir iş fikriydi yani. Epey de gitti ama sonra dayanamadım.

Tek başıma yemek yapıp dağıtmak işi beni bitirmişti, bıraktım. Yemek dağıtma işini bıraktım ama tarifler, anlar, anılar anlatmaya devam ediyordum. Sonra Kınalıada’ya taşındım ve ada hayatını anlattığım yazılar paylaşmaya başladım. Fakat tabii Instagram hesabı yetmiyordu. Bir e-kitap yapıp onda toplamaya karar verdim ben de. ‘Ormanın İçinden, Denizin Kıyısından’ benim için bir nevi fotoğraflı yıllık. Bundan sonra her yıl Aralık ayında yapacağım yıllıkların ilki. 

Türkiye’de pek de yaygın olmayan bir yol seçip kitabınızı internet üzerinden kendiniz yayınladınız. Neden böyle bir yol seçtiniz?

Ben yeni şeyleri merak ediyorum. Eskiye tutunup kalan, “Her şey eskiden çok güzeldi” şiarına inanmaya devam eden, daha doğrusu o tumturaklı, hantal fikirlerinin harikulade şeyler olduğunu düşünüp onlara sıkı sıkı sarılan insanları da biraz sıkıcı buluyorum. Yeni güzeldir. Tazedir. İnsanı diri tutar. Yaşayan ölüler safından beriye iter, kalbin tozunu alır, zihnin pasını siler.

Bundan kim bilir kaç yıl evvel, Melida Tüzünoğlu’nun bir e-kitabını almıştım. Türkiye’de şu anda bile doğru dürüst bilinmeyen, yapılmayan bir şeyken o denemişti. Fakat kitabı bilgisayarıma indirirken aklımın ucundan dahi olsa, zerre geçirmemiştim şunu: Bu çok yeni bir şey, çok büyük cesaret, vay be! Bana nedense çok normal gelmişti.

Takip ettiğim Avustralyalı, İngiliz, Amerikalı YouTuber’lar neredeyse altı ayda bir e-kitap yayınlıyor. Tarifler, hayat memat, kurgu… Her şey var. Herkes kendi medyasını bildiği, dilediği gibi yönetiyor. Ve ben bu kitapların çoğunu satın alıyorum. Almaya çalışıyorum. Bayılıyorum. Her hafta mahallemizin kütüphanesinden bir kitap ödünç alıyorum. Yeni çıkanları satın almak için kitapçıları geziyorum. Her birinin ayrı yeri var. Geçen sene Kindle’a indirdiğim kitap sayısı satın aldığım matbu kitap sayısının yarısına ulaşmış. Benim için dünyanın en normal şeyi o yüzden e-kitap.

Bakın, geçenlerde bir toplantıya katıldım. Eski bir hanın üçüncü katında buluşmuş insanlar. Dostoyevski’nin ‘Ecinniler’ini okumuşlar, onu tartışacaklar. Ben başka bir sebeple aralarındaydım, kısa bir müddet sonra çıktım ama her ne kadar kimseyi kırmak istemesem de bununla ilgili birkaç şey söylemek de istiyorum. Çünkü konumuzla ilgili, çünkü yaşayan ölüler safından ayrılmamız lazım artık. Ülke olarak.

Çok fazla hızlanmalıyız. Kimse dört saat boyunca Dostoyevski’nin epilepsi krizleri anında yazdığı kopuk metinleri tartışmamalı. Tartışacaksa da başka bir yerden bakmalı. “Neden anlatıcı ortadan kayboldu anlamadım” diyor mesela okuma yapanlardan biri. Anlamazsın tabii. Sanat tarihi de edebiyat tarihi de ruhsal hastalıkların, sanrıların, akli dengesizliklerin, fakirliğin, yokluğun övüldüğü yerler oldu yüzlerce yıl.

Van Gogh kullandığı ilaçlar yüzünden sapsarı tablolar yaptı durdu yıllarca. Arkasından ne büyük adamdı diyoruz. Değildi. Acı çekiyordu yalnızca. Onun çektiği acılar bugün kim bilir kaç para! Akıl sağlığı çok fazla önemlidir. Herkesin ilaç kullanmaya da kullanmamaya da hakkı vardır. Ama bizim sanata, edebiyata, yazıya artık yepyeni yerlerden bakmamız lazım. Dostoyevski’yi, Van Gogh’u bilmeliyiz elbette. Öyle bilmeliyiz ki artık yepyeni şeylere bakmalıyız.

Patron, müdür, duayen, kral, padişah, reis, imparator, prens… Bunların artık olmadığı, olmayacağı ve olmayışlarıyla çiçek açacak bir dünya başlıyor. Edebiyat putçuları, sanat putçuları, klişe makinası tamircileri, böyle olmak zorunda başka türlü olmaz terennümcüleri panikte o yüzden. Ama su akar. 

Hep derler ya “Eski bayramlar ne güzeldi”. Bence değildi. Yeni bayramlar çok daha güzel olacak.

Yazının devamını okumak için tıklayın