“Resim, sözcüksüz şiirdir.” demiş Romalı şair Horatius…
Daha önce de belirttiğim gibi insanoğlu, bundan binlerce yıl önce mağara duvarlarına işlemiş ilk eserlerini… Pek de romantik değilmişiz o zamanlar. Korunma amaçlı olarak resmetmişiz çeşitli figürleri. Ve daha varsıl bir hayata ulaşmak için ne bulduysak kullanmışız malzeme olarak. Ellerimiz kalem olmuş yerine göre, bazen de hayvan kemiklerini airbrush (hava fırçası) gibi kullanıp püskürtmüşüz renklerimizi taş zeminlere.
Bizler… Yani insanoğlu ya da insankızı; daha konuşmadan, yazmadan önce öğrenmişiz çizmeyi. Ve sonra, Sümerler o çizgileri başka şekillere dönüştürüp yeni kalıplar oluşturmaya başlayınca, edebiyata giden yolun kapısı açılmış sonuna dek.
…
Yazmak, çizmek, notalandırmak, konuşmak… Yüreğimizdeki bütünlükten kopan parçaları dışa vurmanın en etkin araçları olarak, hayatımızdaki önemini korumaya devam ediyor. Okumak, izlemek, dinlemek, öğrenmek… Küresel/evrensel boyutta, daha yaşanılır diyarlar oluşturmaya çalışırken vazgeçilmez yardımcımız oluyor.
Yaşar Kemal’i okuduğumuzda, bir başka boyuyoruz Toroslar’ın toprağını, yeşilini… Attila İlhan’ın dizelerinde gezindiğimizde, yağmurlu aşklarla ıslanıyor tuvalimiz. Münir Nurettin Selçuk şarkıları, hüznün renklerini sıralıyor paletimize…
Ve William Shakespeare, Lev Tolstoy, Pablo Neruda, Amadeus Mozart, Elvis Presley… Güneşin ışıklarıyla aydınlanıp gölgelenen nesneleri biçimlendirirken, sonsuz bir düş dünyasına salıyorlar kalemimizi. Somuttan soyuta uzanan kompozisyonlar için, figürden lekeye açılan yelpaze oluyorlar.
Leonardo da Vinci’nin hava perspektifli tablolarında kaybolan duygularımız, Vincent Van Gogh’un manik depresif sarısıyla yeniden buluyor kendini. Pablo Picasso’nun kübik resimlerinde parçalanan nesnel yanlarımız, Salvador Dali’nin gerçeküstü kompozisyonlarıyla düşsel deformasyona uğruyor.
…
Sonuçta her şey duygu ve düşünceye dayanıyor… Beynimizle yüreğimiz arasında kurduğumuz köprü, sanatsal bir sonsuzluğun örgüsüne ilmikler atıyor. İçimizdeki en kutsal duyguyu yani sevgiyi anlatmak için, yazarla ressam aynı sonsuzluğun içindeki soyut gerçeği arıyor.
Ve bizler belki de hâlâ, onca bakınmamıza rağmen…
Yazarak çizdiğimiz, çizerek yazdığımız resimdeki/şiirdeki kendimizi göremiyor, okuyamıyoruz.