Moda tasarımcısı ve illüstratör Başak Ağaoğlu ile Çukurcuma’daki Atölye İstanbul‘da buluştuk.
Yağmurdan sonra hava açmaya başlar ve bulutların ardından gökkuşağı görünür ya, Başak Ağaoğlu‘nun çizimleri bizi işte tam o anlara götürüyor. Üretkenliği, samimiyeti ve kendine has oluşuyla Başak’ı daha yakından tanımak için oldukça fazla sebebimiz var. İstanbul’daki son gününde bize vakit ayıran Başak’la Çukurcuma’daki Atölye İstanbul‘da buluştuk. Biz röportajı yaparken çok keyif aldık, siz de okurken alacaksınız.
Biraz kendinden bahseder misin?
Adana doğumluyum. Tarsus Amerikan Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Moda Tasarımı bölümünü kazandım. Sonrasında eğitimime New York’ta devam ettirmeye karar verdim ve Fashion Institute of Technology’den mezun oldum. Stajlar falan derken iş hayatına atıldım ve 8 senedir orada yaşıyorum.
Çizmeye ne zaman başladın?
Alice + Olivia’da tasarımcı olarak çalışıyordum. Bir anda şirketin bütün illüstrasyon ve çizimlerini yapmaya başladım. Markanın kurucusu Stacey Bendet bana o konuda inanılmaz güvendi ve çizim isteğimi fark etmemi sağladı. Onların da çocuksu bir çizgisi var, o yüzden benimle uyuştular. Afişleri olsun görselleri olsun, her şeyi ben yapmaya başladım. Bundan zevk almaya başladığımı fark edince de boş vakitlerimde kendim için çizmeye başladım.
Şu an nerede çalışıyorsun?
Elie Tahari’de.
Peki bu önemli markalarla çalışmaya nasıl başladın, süreç nasıl ilerlerdi?
FIT’den mezun olduktan sonra Zac Posen, Phillip Lim gibi tasarımcıların yanında staj yapma şansı buldum. Bir yandan da American Apparel ve American Eagle markaları için freelance işler yapıyordum. Bu sırada Alice + Olivia’dan iş teklifi aldım. Orada üç buçuk sene tasarımcı ve illüstratör olarak çalıştıktan sonra Elie Tahari markasına geçtim. Son 3 senedir Elie Tahari’de tasarımcı olarak çalışıyor bir yandan da freelance illüstrasyon işleri yapıyorum.
Çok sakin ve anlayışlı görünüyorsun daha yırtıcı bir sektör olduğundan moda sektöründeki dengeyi nasıl kuruyorsun?
Açıkçası hep sert olmalısın gibi bir görüş var çoğu sektörde ama bence benim orada başarılı olmam, insanlarla iyi anlaşmam ve insan ilişkilerimle ilgili. Ve hakikaten iyi niyetli olunca seni yanlarında istiyorlar. Çünkü iyi huylu karakterleri bulmak daha zor oluyor. Benim anladığım o. Çalıştığım dikişçilerde bile aynı durum geçerli. Onlara sert ve kötü davranırsam benimle çalışmak istemezler. Aslında çok basit bir denklem. Sen onlara iyi davran, onlar da sana iyi davransın. Hep arkamı kolluyorlar çünkü bende onların arkasını kolluyorum.
İşlerini nasıl tanımlarsın?
Çizimlerimi eğlenceli, stresli günlerinin içinde insanları birazcık gülümseten karakterler olarak tanımlayabilirim. Bir yandan da basit ve sanki herkes çizebilirmiş gibi bir hissiyat vermek istiyorum. Aslında ben resim okumadım ya da bunun üzerine bir eğitim almadım. Ama insanlar genelde çizerken çok güzel olmalı baskısından hiç çizmiyor. Bu birçok alanda böyle, resim sadece bunlardan biri. Benim resimlerim belki birazcık başkalarını da motive eder amaçlı çiziyorum. Çizip koyuyorsun, yargılanmaktan korkmuyorsun ve insanları gülümsetebiliyorsun küçücük bir şeyle. Yanlış yapmaktan korkmamalı, her şeyin mükemmel olmasına gerek yok.
Peki çizdiğin bu karakterlerle ne zaman tanıştın?
Woodstock’da bir çiftliğe gitmiştim. Fabrikalardan kurtarılmış bir sürü hayvan vardı. Hepsi birlikte çok mutlu yaşıyorlardı. Hepsinin bir ismi vardı, inanılmaz tatlı ve etkileyicilerdi. Onları tatlı ve komik bulduğum için çizmeye başlamıştım. Bir taraftan da insanoğlunun her şeyi kendine mal etmesi, doğa ve hayvanlar üzerindeki yıkıcılığını sorgulamaya başlamış oldum.
Peki şu sıralar üzerinde çalıştığın yeni bir şeyler var mı?
Bu aralar bir tane çocuk kitabı illüstrasyonu yapıyorum. Benim için çok heyecan verici ve yeni bir dünya.
Türkiye mi yoksa Amerika için mi?
Bu Türkiye için ama bir yandan abim Can’la da bir projeye başladık. Yine bir çocuk kitabı. En çok onun için heyecanlıyım. Çünkü ikimiz aynı kafadayız ve ortak bir şeyler üretmek büyük bir mutluluk veriyor. Hikayeyi Can yazacak çizimlerini de ben yapacağım.
Çizimlerini Instagramdan paylaşmaya başladığından beri hızlı ve güçlü bir takipçi ağın oldu. Bu fikir nereden aklına geldi?
İş hayatım rutine döndüğünde kendime şöyle dedim; sabah işe gitmeden otur ve kendin için bir şey yap. Bu ‘Her sabah bir şey çiz’e dönüştü. Her gün işe gitmeden bir cafeye gidiyorum, insanlar bir şeyler okuyorken ben de oturup bir şeyler çiziyorum. Bir gün Instagram’dan öylesine paylaştım. Sonra baktım insanlar güzel yorumlar yapıyor, bir tane daha yapayım derken her gün koymaya başladım.
Çizimlerini bir marka altında toplamayı düşünüyor musun?
Düşünüyorum, o konuda aklımda çok fazla şey var, toparlamaya çalışıyorum. Ama sadece bir marka yapmış olmak için yapmak istemiyorum. İçime sinsin istiyorum.
Peki yaratacağın marka hangisiyle daha fazla ilgilenecek; moda mı illüstrasyon mu?
Ben ikisini bir araya getirmek istiyorum. Çünkü modadan çok zevk alıyorum, özellikle kumaş ve kıyafetin yapım aşamalarından. Ama bir yandan çocuk illüstrasyonuna ve çocuk kitaplarına da merakım çok.
Sana ilham veren, yakından takip ettiğin isimler var mı?
İlk aklıma gelen, hem tarzını sevdiğim hem de çok yetenekli bir illüstratör olan Oliver Jeffers. Çocuk kitabı illüstratörlüğü de yapıyor. Onunla tanışma fırsatım oldu ve çizim alışverişi yaptık. Hakikaten çok etkileyici ve bana sadeliğiyle ilham veren biri.
Nasıl tanıştınız?
Brooklyn’de bir parkta çocuklara kitaplarını okuyacaktı ve tabiî ki ben de gittim. Sadece 10 çocuk oturuyordu çimde ve ben. Çok komik. Ben çocuklardan daha heyecanlı şekilde oturuyordum. Çocuklarla olan diyaloğu da çok güzeldi. Sonra gidip tanıştım.
Moda sektörü yoğun ve yorucu bir sektör. Hem işine hem çizimlerine hem de özel hayatına nasıl vakit ayırabiliyorsun?
Birazcık zor oluyor. Bu yüzden meditasyona başladım.
Yapmak zorundayım gibi hissettiğin, zorunluluk haline dönüştüğü oluyor mu?
Çizimleri hiç yapmak zorundayım gibi hissetmiyorum. Biraz full-time moda işinde hissediyorum onu, şu an bitirmek zorundayım diye. Bazen hepsi bir arada stresli olabiliyor. O yüzden hakikaten meditasyon bana çok iyi geliyor. Ya da haftasonları abimle kamp yapıyoruz. Küçük molalar vermem gerekiyor.
Günlük rutinin nasıl?
Güne çok erken başlıyorum. Az uyku bana yetiyor. Elie Tahari’de işler çok yoğun ama çok sistemli gittiği için erken çıkabiliyorum. Her şey çok organize ve programlı hale getirdiğim zaman işten çıkınca kendi stüdyomda çalışabiliyorum.
Bu karakterler sana çalıştığın moda sektöründe ilham veriyor mu?
Aslında hiç vermiyor. İkisi bambaşka şeyler ve böyle olmasını seviyorum, İkisi de beni rahatlatıyor. Bunaldığım zaman birinden kaçıp diğerine gidiyorum, farklı alanlar beni tatmin ve mutlu ediyor.
Uzun zamandır New York’ta yaşıyorsun. Bu senin vizyonunu nasıl etkiledi, sence İstanbul’da yaşamış olsaydın karakterlerin daha farklı olur muydu?
Kesinlikle farklı olurdu. Bu sorunun birçok cevabı var aslında. New York’ta hakikaten daha az yargılandığımı hissettiğim için kendimi daha iyi tanıyabildim. Bu da tanıştığım insanlar ve etrafımı çevreleyen her şeyin bana ilham vermesini sağladı. Genel olarak daha açık fikirli oluşları ve yeniliklere kucak açmaları beni daha özgür kıldı. Negatif bakmak yerine meraklı olmaları sayesinde daha farklı şeyler deneyip kendimi daha iyi tanıyabildim gibi hissediyorum. Bir de insanlara orada ulaşmak çok daha kolay. Mesela Oliver Jeffers’la tanışabiliyor ve buluşup onun stüdyosuna gidebiliyorum. Bir rahatlık var, herkes öğrenmeye ve öğretmeye açık. İstanbul’da insanlara ulaşmak ve bir mentor bulmak daha zor gibi geliyor.
Çizimlerinde gündemdeki olaylara da tepkisiz kalmıyorsun, Berkin Elvan ve Soma çizimini sosyal medyada birçok insan paylaştı. Geri dönüşleri nasıl oluyor? Bu konuda nasıl hissediyorsun?
Gündemde böyle üzücü olaylar olurken uzakta olmak daha kötü. O yüzden politik çizimler biraz daha duygusal ve çizmesi daha zor. Ama bundan pozitif tepkiler alıyorum, şimdiye kadar hiç negatif tepki almadım. Birinin duygusunu bu şekilde ifade etmiş olmak güzel bir şey, birinin çizimime bakınca herhangi pozitif bir şey hissetmesi ya da kendi duygularıyla bağdaştırması çok güzel bir duygu.
Bizim resmimizi çizmeni istesek?
Çizim yaparken müzik dinliyor musun?
Klasik müzik dinliyorum ya da bazen hiçbir şey dinlemek istemiyorum. Çünkü şehir ve günlük hayat zaten o kadar sesli ve gürültülü ki. Bazen hepsi bitsin istiyorum. O yüzden Manhattan yerine Brooklyn’de yaşamayı tercih ettim. Eve geldiğimde sessizliği daha çok seviyorum.
Tüm bunların dışında gündeminde neler var?
İşlerden biraz uzak kalıp gezmek istiyorum. Aslında kafamdaki tek planım Uzakdoğu’ya doğru bir yolculuk.
Son olarak favori müzik, film ve kitap önerilerini öğrenebilir miyiz?
Müzik: Beirut
Film: Breathless / Serseri Aşıklar
Kitap: Daniel Quinn “Ishmael / İsmail Bir Zihin ve Ruh Macerası”
Başak Ağaoğlu’nu takip için:
Instagram: @basakagaoglu
www.basakagaoglu.com
Video ve Fotoğraf: Koray Özyörük
Kurgu: Onur Özcan
Katkılarından dolayı Atölye İstanbul‘a teşekkür ederiz.