Mustafa Özke Kızkulesi’ni şiirsel dokunuşlarıyla kucakladı, Kudret Sönmez

Herkesin mavi bir sonsuzluğu vardır, kendi içinde aklanıp bulutlanan… Gökyüzü, denizle çalkalanır sanatçının bağrında. Derleyip toplar renklerini, cömertçe döker suyun şeffaf dokusuna. Topraktaki yeşil nefes, göğün uçuk mavisine ilişince, turkuvaz bir şiire başlar şairin yürek kalemi.

Ustalar diyarıdır Çukurova… Edebiyat, sinema, tiyatro, müzik, resim, futbol, siyaset ve iş dünyası başlıkları altında derleyebileceğimiz birçok ünlü ismin doğurgan anasıdır.

Bildiğimiz ya da bilmediğimiz… Veya giderek daha yakından tanımakta olduğumuz sanat yürekli dostların doğumevidir/barınağıdır/istasyonudur.

Yeri ve zamanı gelince, onlar da erişecektir Toroslar’ın ötesindeki yad ellere. Yerelden evrensele uzanan o yokuşlu yolda, daha nicelerimiz yürüyüp ses verecektir ulaştığı yerden.

SEVDASINI KIZKULESİ’NDE ARIYOR

Adana ve çevresinde yaşayıp da, onun kaleminden tüten dizeleri okumayan şiir sever pek yoktur sanırım… Gazete ve edebiyat dergilerinde yer almış öykümsü röportajları, özlem kokan sözcükleri vardır. Yayımlanmış kitapları, yürek teriyle kazanılmış ödülleriyle nice çentikler atmıştır sanat dünyamıza… İçiyle dışı, eşit ölçüde olmasa da, aynı anda gülümser ve ağlar Mustafa Özke’nin. Deniz özlemini olanca gücüyle yüklenmiş bir bağrı vardır.

Ve bu bağrını alıp Üsküdar’daki Kızkulesi’ne götürür bazen… Bir pazar sabahı gittiği İstanbul’dan, aynı günün akşamında döner Adana’ya. Şiirsel ve öz bir yolculuktur bu. Deniz, çay, simit, martılar ve Kızkulesi… Sevdasına dair şiirler biriktirir orada. Sonra gelir Toroslar’ın berisine, bizimle paylaşır:

 

pazar’lık

şimdi canım

kızkulesine bakarken

iki çay söyleyip

birini içmeyi

diğerini seyretmeyi

o kadar istiyor ki…

  1. Özke

ÜSKÜDAR’DA BİR ADANALI

Deniz, Kızkulesi ve şiir… Bu üçlü sevda ve tutkusunu şöyle dile getiriyor Mustafa Özke:

“Her yazarın bir adası, köyü, kenti, parkı, denizi, dili ve yaşam tarzı var. Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Yılmaz Güney’in Adana’sı örneğin…

Diyarbakır denilince Cahit Sıtkı, Ahmed Arif, Burgazada denilince Saik Faik akla gelir. Bodrum, Halikarnas Balıkçısı’yla özdeşleşir. Behçet Necatigil’in İzmir’i nasıl bir başka ise, Orhan Veli’nin İstanbul’u öyle…

Birazcık Anadolu’ya geçersek Pir Sultan Sivas’ı, Dadaloğlu Kayseri’yi, Karacaoğlan Çukurova’yı, Köroğlu Bolu’yu anlatır.

Geçmişten günümüze yüzlerce örnek vererek bu isimleri artırabiliriz.

Ben de ortaokul yıllarından bu yana cebimde biriktirdiğim kelimeleri hep Üsküdar’da yazdım.

Ömrümün en güzel şiirlerini Kızkulesi’ni seyrederken, çayın yanında simit yerken ya da köpüklü bir kahve içerken kaleme aldım. Yıllarca hiç usanmadan, özellikle pazar günleri bir kahve ya da çay içimi gidip geldim Üsküdar’a…

Öyle ki, bir gün kahve getiren genç, ‘Ağabey bu pazar günü ben Tuzla’dan kalkıp gelmeye üşeniyorum. Sen çıkıp Adana’dan geliyorsun…’ dedi.

Bana göre, çok uzaklardaki babasına kavuşan bir çocuk Üsküdar

Sırrımı ele vermeyen en sıcak dost… Kahvemin ve çayımın şekeri

Harem’e ayak basar basmaz, beni selamlayan martıların kenti

Ölürsem dahi tabutumu görmesini istediğim son kapı Kızkulesi”

Sanata çok yürek verdi bu topraklar… Dünyanın her yöresinde eserleri okunan yazarlar, şairler doğurdu. Sinemacılarımızın filmleri diyar diyar izlendi perdelerde.

Güneşin gidip ısıtamadığı her yere… Sanatın sarı sıcağını cömertçe saldı Çukurova’m.