Ödül ve Ceza Cenderesinde Bir Hayat – Emre Toğrul

Bu dünyada kurduğumuz hayatın iki ucuna iki cendere asılı,

Ödül ve Ceza.

Ömür, ödüllendirip insanı; tekrarlanmasını, alışılmasını sağladığımızı,

Cezalandırıp, tekrarını önlemeye çalıştığımızı sandığımız garip bir zaman.

Hiç de adil olmayan, etik sınırları mutedil dalgalı, korkutucu bir sistem.

Üstüne üstlük o ödül ve caza ikilemi içindeki ruhsal gelgitimizin yönetmeliğine,

Başarı ve başarısızlığı, sevmeyi ve sevilmemeyi, olmayı ve olmamayı,

Sadakatten liyakate, onurdan gurura, faziletten erdeme tüm itici gücümüzü,

Tüm hayat motivasyonumuzu bağlamışız, sonrada özerkiz diyoruz.

Ödülleri ve cezaları hayatın net bir davranışsal simya yaratıcısı yapıp,

İlginç bir görevi sıkıcı bir angaryaya, oyunu iş haline çevirmişiz.

İçsel motivasyonu yok etmesine aldırış etmeksizin performans, yaratıcılık,

Ve hatta dürüst davranış olgularının domino taşları gibi devrilmesine yol açıyor ödüller ve cezalar.

Kısacık hayatta; öğrenmenin, evrilmenin ve olgunlaşmanın önündeki en önemli engel,

Kısa erimli ödüller ve cezaların,

Uzun erimli insan tekamülünün önüne çektiği set.

Ödülün ve cezanın, hayrın ve şerrin asıl kaynağını unuttuğumuz,

Doğanın kendi ahengi içinde kurduğu adil döngüye tezad,

İnsanın insanı ödüllendirip cezalandırması.

Sahi dostlar, hiç düşündünüz mü, biz kendimizi ne sanıyoruz?

∞Ω∞

O yüzden savaşımız bitmiyor, itilafımız, kargaşamız bitmiyor,

Kısım kısımız, öteki ve berikiyiz o yüzden, bir bütün olamıyoruz.

Rütbeler, payeler, makamlar mevkiler, taltifler tenziller o yüzden.

Ödül ve ceza; iyi insanlar yaratıp onları özerk bırakmak yerine,

İnsanları kötü kabul edip onları hizada tutmak için bir büyük oyun.

Üstelik artık öyle bir gerçek olmayan zihinsel görüntü dünyasının içindeyiz ki,

Ödül hemen, ceza acilen, bir elde gül diğer elde demoklesin kılıcı, tetikteyiz.

Eskiden mahalle toplum baskısı denen, ötekileştirip dışlama denen yargılamadan,

Hep insanı aslında tam tanımlayıp ortaya koyamadığımız hizaya çekmeye çalışan,

Uzun soluklu bir cezadan günlük cezalandırmalara devşirildi herşey.

Ödüllendirmeyi bırakın yıllık, aylıktan , saatliğe ve anlığa çevirdik.

Herkes her bulduğu imkan ve mecrada biribirini ödüllendirip cezalandırıyor.

Anında ödül ve taltif, anında ceza kesiyoruz.

Ve sormuyoruz kendimize;

Biz kendimizi ne sanıyoruz da bunu yapıyoruz diye…

∞Ω∞

Binyıllardır, hepimiz kendi tezatlarını, psikososyal çelişkilerini nesilden nesile aktarırken,

Aileden aileye, toplumdan topluma vekil müvekkil ilişkisiyle sosyokültürel aktarımı yaparken,

Üç doğal psikolojik ihtiyacımızı farketmişiz: beceri sahibi olma, özerklik ve bağlılık.

Bu ihtiyaçlar karşılandığında üretken, mutlu ve motive olduğumuz kanaat getirmişiz.

Karşılanmadığında da üretkenliğimiz, mutluluğumuz, motivasyon düzeyimizin azaldığını.

Sonra öyle bir kolay çıkmaza, adaletsizlik kumpasına, etik yoksunluğuna bağlamışız ki işi,

Yani ödül yada ceza cenderesine,

Bu çarkın içinde öğütmeden insan yapılmayacağımızı düşünüyoruz.

Bugünün dünyasında artık bırakın insanın varoluşunu kavramayı ve kabulü,

Bırakın hayatın mutlak sonlu bir tefekkür yolculuğu olduğunu özümsemeyi,

Biteviye bir yarışa çevirdiğimiz bedbaht ömrümüz içinde,

İnsanın insan ceza ve ödül verebileceğini düşünebilecek kadar hadsizleşmişiz.

Üstelik kendi kendimizi cezalandırıp ödüllendirdiğini sanacak kadar kendinden uzak,

Ödüle ulaşamamayı ceza, cezanın kalkmasını ödül kabul edecek kadar aklı tutuk,

Bunlar olmadan düzen olmayacağını düşünecek kadar biçareyiz.

Mesele sorunun tam teşhisini yapamamak ve nesillere bunu aktaramamak,

İnsanlar ceza ve ödül sistemiyle anlamadıkları sorunun üstesinden gelmeye çabalıyorlar.

Ödül ve ceza,

Gerçekten soruyorum dostlar, biz kendimizi ne sanıyoruz…