ARCHIV - Der türkische Autor Orhan Pamuk posiert am 13.12.2011 in Santiago de Chile. Pamuk ist ein Kämpfer für Offenheit und Toleranz. In seinen Romanen hat der Literaturnobelpreisträger die Türkei als ein zwischen Tradition und Moderne zerrissenes Land beschrieben. Mit Äußerungen über die Massaker an den Armeniern im Osmanischen Reich erntete er Hass und Morddrohungen. EPA/Felipe Trueba (zu dpa-KORR: «Türkischer Erfolgsautor Pamuk wird 60 Jahre» vom 01.06.2012) +++(c) dpa - Bildfunk+++

Orhan Pamuk’un yazmakta olduğu ‘Veba Geceleri’nden tadımlık bölüm

Orhan Pamuk’un dört yıldır yazmakta olduğu Veba Geceleri adlı romanının 27. bölümünü yayımlıyoruz. Olaylar 1901 yılında Ege’de hayali bir Osmanlı adası olan Minger’de geçer. Adanın nüfusunun yarısı Ortodoks, yarısı Müslümandır. Çin’den ve Hindistan’dan geldiğine inanılan, Asya’da milyonlarca kişiyi öldüren ve tarihte Üçüncü Veba Pandemisi diye bilinen veba salgınının Minger adasına varmasıyla Vali Sami Paşa karantina tedbirleri almaya başlar…

27. BÖLÜM (HACI GEMİSİ İSYANI)

Vali Sami Paşa, Şeyh Hamdullah’ı karantina çabasına nasıl dahil etmesi gerektiğini çok düşündü. Şeyh’i beş yıl önce adaya tayin edildikten hemen sonra tanımıştı. Edebiyat zevki olan, sevimli, yumuşak bir adam gibi gözükmüştü o zaman gözüne. Belki hâlâ öyleydi. O ilk yıl hayattan, kitaplardan, maneviyattan çok sohbet etmişlerdi. Şimdi Şeyh’in bu dostluğa rağmen karantinayı delmesi hem arkadaşlıkları, hem de memleket için iyi olmayacak ve ne yazık ki iş uluslararası boyuta taşınacaktı.

Sonra Vali hâlâ çıkmakta olan iki Rumca gazeteden Adekatos Arkadi’nin başyazarı zindanda olduğu için Neo Agnos başyazarını huzura çağırıp Şeyh Hamdullah’ın tekkesinin dezenfekte edileceğini, eğer yarın gazete çıkacaksa işte bunu haber yapmasını istedi. “Bu konuda başka habere gerek yoktur” dedi. Daha önce de hapise attırdığı, birkaç kere gazetesini toplattığı bu Yunan milliyetçisi genç gazeteciye sanki bir kolera salgınıymış gibi “etüv makinasından yeni geçti!” gibi lüzumsuz bir yalan söyleyerek kuru erik, ceviz ve kahve ikram etti. Onu kapıdan uğurlarken de çok büyük bir buhran ve felaket yaşandığını, İstanbul’un ve dünyanın bu hususta çok hassas olduğunu, matbuatın görevinin Padişah hazretlerine ve devlete destek vermek olduğunu, yanlış bir şey yazarak başını gene belaya sokmamasını söyleyerek ve gülümseyerek tehdit etti.

Ertesi gün tahrirat kâtibi matbaadan yeni çıkmış Neo Agnos gazetesini getirdi. Mütercim kâtip dikkatle Rumcadan Türkçeye çevirdiği haberi Paşa’ya yüksek sesle okudu.

Paşa’nın “yazmayınız!” dediği şey haberde çok açık bir şekilde yazılmış, tulumbacıların Helveki tekkesi kapısından geri çevrildikleri bütün adaya ve dünyaya duyurulmuştu. Haberin havasında bu durumdan memnuniyet ve konuyu uzatma isteği seziliyordu. Bu haberin muska yazan şarlatan hocaları, onlara inanan köylüleri, öfkeli ve genç Girit göçmenlerini, hatta bütün Müslümanları, en aydınlanmışlarını bile cesaretlendireceği ve karantina ve Vali karşıtı bir kıpırdanmaya yol açacağını Sami Paşa hemen gördü.

Haberi yapan gazeteci Manolis ile bir geçmişleri vardı. Üç dört yıl önce bir dönem cesur gazeteci Manolis belediye sorunlarını, sokakların pisliğini, rüşvet imalarını, tembel ve cahil memurları konu ederek Vali’yi ve Osmanlı bürokrasisini yıpratmaya çalışmıştı. Sabrı taşan ama hoşgörüsüz demesinler diye dişini sıkan Vali, aracılar sokup havasını yumuşatmasını isteyip gazetesini kapatmak ile tehdit edince, gazeteci biraz yumuşamıştı. Ama bir süre sonra bu sefer Paşa’yı çok tedirgin eden “Hacı gemisi olayı”nda Paşa’yı ve karantinacıları suçlayan neşriyat başlayınca Paşa başka bir bahaneyle Manolis’i zindana attırmış, ama bir süre sonra İngiliz ve Fransız elçilerinin baskısı ve Mabeyn’den çekilen telgraflar sonucunda bırakmak zorunda kalmıştı.

Vali’ye şimdi tuhaf bir ihanet acısı veren şey, onu hapisten çıkarttıktan sonra her karşılaşmalarında Manolis’e gösterdiği özel yakınlığın boşuna olduğunu görmekti! Bir kere Splendid Oteli’nde karşılaştıklarında, Paşa Manolis’e at arabacılarıyla hamallar arasındaki kavgayı gazetesinde çok iyi yazdığını söylemiş, bilgi kaynaklarından dolayı onu tebrik etmiş ve Valiliğin Türkçe gazetesi olan Havadis-i Minger’de makalesini yayınlamak ve iki makale için de Vilayet bütçesinden peşin para ödemeyi teklif etmişti. Bir başka seferinde, Degüstasyon lokantasında karşılaştıklarında Paşa ona herkesin önünde iyi davranmış, Manolis’i masasına oturtmuş, ona soğanlı kefal çorbası ısmarlamış ve gazetesinin Levant’ın en takdire şayan gazetesi olduğunu herkesin duyabileceği bir şekilde söylemişti.

Bütün bu yakınlıktan sonra Vali Paşa Manolis’in tekkeye alınmayan tulumbacıları haber yapmayacağından, küçük ricasının kabul edileceğinden emindi. Bu da Paşa’ya demek ki arada başka bir güç olduğunu, bu gücün de Manolis’e bu haberleri ve tabii eski yazılarını da kaleme aldırttığını düşündürttü. Kimdi o güç? Paşa, gözüpek ve provakatör gazeteciyi zindana attırmaya, soğuk ve nemli hücrede onun burnunu bir kere daha sürtmeye ve ona baskı yaparak hacı gemileri haberlerini kimin yazdırttığını öğrenmeye karar verdi. Manolis’i arayan sivil polisler nüshalarını topladıkları gazetenin yazıhanesinde ve Kora mahallesindeki kendi evinde değil ama saklandığı amcasının evinin bahçesinde kitap okurken (Hobbes: Leviathan) buldular onu ve derhal zindana götürdüler. Sonunda kalbi yumuşayan Paşa gazetecinin hapishanenin daha rahat ve salgından uzak ve güvenli batı kısmına konmasını istedi.

Bu noktada hikâyemizin daha iyi anlaşılması için üç yıl geriye gitmek ve bugün Vali Paşa’yı siyasi olarak zorlayan ve kişisel olarak hâlâ çok huzursuz eden, “Hacı Gemisi İsyanı” olayını anlatmak istiyoruz. Bazı tarihçiler olaydan “İsyancı Hacılar Vakası” diye de söz ederken kabahatli olanın hacılar olduğunu ima ederler, ama doğru değildir bu.

Yazının devamını okumak için tıklayın