Şahin Esendemir: “Tanyeli ve annesinin hikayesi”

BİR ANNE, BİR KIZ BEBEK VE ADANA’DA ZOR BİR YAŞAM!

“Tanyeli ve annesinin hikayesi”

Tarih yaprakları tam da1972’yi gösteriyor.. Aylar ya Ekim, ya Kasım.. Adana’da alışılmamış bir soğuk var, hem yağmurla bile sertliği giderilememiş bir serinlik, üşüten bir kış..
Adana’da özellikle sosyetenin en gözde eğlence mekanı olan Kuyubaşı Taverna-Gece Kulübü, ünlü şarkıcıların şöhret yolunda adeta vize aldıkları bir mekan olarak kanıtlanmış görkemli ve egzotik bir eğlence tesisi..
Dönemin en tanınmış müzisyenleri arasında gösterilen Zekai Apaydın Orkestrası ve solist Çetin Alp.. Bu sürekli kadroya her iki haftada yenilenen taptaze şöhret adayları..
***
“Betül” isimli bir şantöz göndermiş Ses Konser Bahattin Esendemir; “Bir sıkıntınız olursa bu arkadaşı bulun, yalnızlık çekmezsiniz” diye de tembihlemiş.
Adana’ya 2 haftalık bir program için gelmişti, “Zennube”ye tıpatıp benzeyen gencecik Betül. Daha 18’ini yeni doldurmuştu..
Taptaze bir fidan gibi ürkek, çekingen bir şantöz.. Sslında sadece şarkı söylemeye gelmemişti.. Bir şeylerden kaçıyorlardı, hemen anlamıştım..
Bu İzmirli olduğunu söyleyen genç şarkıcının yanında uzunca, esmer bir delikanlı vardı, birkaç yaş daha büyücek.. Bir de küçücük elden düşme olduğunu bağıran bir pusette, dünyadan habersiz, daha yaşını bile doldurmamış sevimli bir bebek..
Işıl ışıl gözlerle etrafı süzen, sürekli gülümseyen bir kız bebek..
Adını sormadım, kendi kendime yakıştırdım: “Prenses!”
***
Adana’ya gelen her şarkıcının mutlaka bir afişi olması gerekirdi. Afişi olmayanın, adı da sanı da dikkate alınmazdı o zamanlar..
Hele Kuyubaşı’nda afişsiz şarkıcı çalışamazdı!
Afişi bile yoktu Betül’ün.. Kuyubaşı’nın işletmecisi Saadettin Çakmak önce tepki koymuş, “Geldiğiniz otobüsle dönün” diye direnmiş, minik prensesi görünce merhamet damarı kabarmıştı..
Böylesi durumlarda tecrübemi ve yeteneğimi ortaya koymak zorunda kaldım. Tavernanın girişinde alelacele bir afiş yapmaya başladım. Kroma karton üzerine fiyakalı bir “Betül” yazdık birlikte, simle süsleyerek güzelleştirdik..
O kadar güzel olmuştu ki, Saadetin Çakmak, “camekanlı vitrine bile bir değişik boyutunu yapmazsan gazeteye göndermem!” diye tehdit etmişti..
***
Ne gariptir ki; Adana macerası beklendiği gibi olmadı..
Kuyubaşı’nda orkestra profesyonel, şarkıcılar tecrübeli, 18’lik anne şantöz aceminin de acemisiydi!
Kuyubaşı’nda 10 gün bile tutunamamıştı Betül.. Patron daha ikinci gün yol verecekti ama kıyamıyordu..
Betül’ün sesi Adana’nın sosyetesinden gerekli beğeniyi almamıştı.
Sahnede iyi dans etmesi yetmemiş, sesi de beğenilmemişti!.
Sadece cazibe yetmiyordu!..
Önce yevmiye yarıya düştü.
Otel parası, yemek, kuaför derken aldıkları yevmiye yetmiyor; küçük prensesin mama ve sütünü bile zar-zor karşılıyorlardı..
***
Otel-Kuyubaşı-Tercüman Matbaası üçgenide kavgası gürültüsü hiç bitmeyen bu minik ailenin tüm sorunlarının ortasında kalmıştım..
Kuyubaşı’nda program bitince tam anlamıyla bir çıkmaza girmişlerdi.. İzmir’e dönmek için yol paraları yoktu, kaldıkları oteli bile değiştirmiş, daha ucuz bir yere geçmişlerdi..
“Birkaç arkadaşın desteği ile nereye kadar sürecekti bu sıkıntılı yaşam?”
Ve Betül dayanamadı, azıcık para biriktirebilmek amacıyla pavyonda çalışmaya bile razı olmuştu.
Pavyonda bile sadece program için izin alabilmişti, konsumasyon yasaktı!
***
Çalışmak için poliste gerekli karne-vesika çıkarılırken öğrenmiştim; Betül’ün gerçek adı Yurdagül Türkegül Özsezer’di, kocası bildiğimiz Birol’un soyadı ise Kral..
Takılıyordum onlara;
Kral, kraliçe ve prenses..
Nikah olmadığı için aynı otelde bile birlikte kalamıyorlardı..
Tam da bu nedenle aynı otelde olsalar bile, ayrı katlarda, farklı odalarda kalıyorlardı!.. Bu da zaten yoklukta ayrı bir külfet getiriyordu..
***
Bir ay, sadece bir ay..
Adana’nın kuru soğuk kışında geçen kısacık bir zaman!
O günahsız küçük yavruyu gördükçe içim sızlardı.. Annesinden de, babasından da pek umudum yoktu, “yazık olacak bu yavrucağıza” derdim hep!..
Adana macerası bekledikleri gibi geçmedi.. İyiliksever birkaç kişi biraraya gelip birşeyler toparladılar, dönüş kararı alındı..
Eski otogardan yolcu ettim, minik prensesi, annesini ve babasını; Yağmurlu bir akşamdı.
Sadece yağmur değildi ıslatan dünyamızı, gözyaşları da yağmurla yarıştı, kimseler fark etmeden.
Gidiş o gidiş..
***
Yıllar sonrası öğrendim..
Betül zaten sahnede şarkı söylemeyi pek beceremiyordu.. Pavyonda bile sesi ile değil güzelliği ve kadınsı görüntüsü ile üç beş kuruş kazanabilmişti.
O dönemlerde sinema sektöründe yeni bir akım başlamıştı.. Salon filmleri, melankolik konular içeren filmler iş yapamaz duruma gelmişti. Betül, gğzel vücudunu kullanmış, porno filmler furyasında kendine bir yol bulmuştu. Stilini de ismini de değiştirmiş, Dolgan Sezer olmuştu..
Genç, masum görüntülü Betül gitmiş, şuh kadın sembolü Dolgan, yepyeni bir figür olarak, bozulan sinema sektöründe küçücük bir yer bulmuştu.
***
80’li yılların sonunda Tan Gazetesi’nin düzenlediği bir konserde karşılaştık, Betül ile..
Dolgan Sezer diyemedim, “Türkegül!” dedim.. O minik kızı sordum; “Armut, dibine düşer. O küçük kız şimdi şarkı söylüyor, dans ediyor.. Benim yolumda yürüyor, ama benimle konuşmuyor. Tanyeli var ya, Tanyeli, işte o benim kızım! ” demişti; gözleri yaşlı..
“Anne olduğumda zaten çocuktum. Ne kadın olmayı, ne anne olmayı başaramadım. Uzaktan bakıyorum, uzaktan kol kanat olmaya çalışıyorum. Onun nefes alması bile yeter benim için” demişti için için haykırarak..
***
90’lı yıllarda Adana Temsilcisi olduğum Günaydın ve Tan Gazetesinin bir konserinde karşılaştık. Bu vesile ile konuştuk Tanyeli ile..
Beni hatırlaması imkansızdı; üzerime neler yaptığını, bebekliğinde ne kadar şirin olduğunu anlattım azıcık..
Ancak o, hayatının o zaman diliminde bahsedilmesine tahammül edemiyordu. Yaşamının en güzel zamanlarında, çocukluk yıllarında kendisine sahip çıkmayan annesinin de, babasının da isimlerini bile anmak istemiyordu..
Sonra ikisi ile de hiç karşılaşmadım. Hiçbir şekilde görüşme fırsatımız olmadı..
***
Kader işte;
bir anne ve kızı aynı yerde, aynı çizgide buluştururmuş!
Anne Dolgan, yani Türkegül 2015 yılında, genç yaşta kansere yenik düştü.. Yaşama veda etti.
Şimdi de Tanyeli!..
Daha bir yaşını bile doldurmadan, Adana’da çileli yaşamına tanık olduğum o küçük prenses..
Annesinin ölümünden 10 sene sonra, annesinin benzeri bir hastalığın pençesinden kurtulamadı. Tanyeli’yi de kaybettik..
***
Tanyeli’nin vssiyetini okudum, sosyal medyada :
“Beni annemin yanına gömün!” demiş..
Bir doğa kuralı diye düşünüyordum;
Anneler ve kızları sonuna kadar dargın kalamaz diye bir tesbit vardı..
Bu yazıyı kaleme almama vesile olan, Adana’nın gururu, Uluslararası platformda bu şehri en iyi temsil eden bilim insanımız, Prof. Dr. Bahar Uslu’dan öğrendim..
Tanyeli (Öznur Kral) , annesi Dolgan (Türkegül) ile onun son günleri öncesi barışmışlar..
“Beni annemin yanına gömün!” Boşuna vasiyet edilmemiş..
Türkegül ve Öznur zor yaşamlar geçiren iki çileli kadın, anne ve kız!..
Işıklarda uyusunlar..