
Murat Gülsoy’un yirminci kitabı olan ‘Ressam Vasıf’ın Gizli Aşklar Tarihi’ romanı ilk baskısı, Ocak 2023 yılında Can Yayınları tarafından çıkartılmıştır. Kitap on dokuz kayıt, on sekiz galeriden oluşan, toplam 319 sayfalık bir romandır.
Yazar Murat Gülsoy (d. 31 Mart 1967, İstanbul), Türk yazar, akademisyendir. Elektrik-Elektronik Mühendisi olan Murat Gülsoy’un öykü, roman, inceleme türlerinde eserleri vardır. 2001 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı, İlk romanı “Bu Filmin Kötü Adamı Benim” ile 2004 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’ne, “Bu Filmin, “Baba, Oğul ve Kutsal Roman” adlı romanı ile 2013 yılında Notre Dame de Sion ödülü’ne, ‘‘Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’’romanı ile 2014 yılında Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne değer görülmüştür.
Murat Gülsoy okurunu, “Ressam Vasıf’ın Gizli Aşklar Tarihi” romanında Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış zamanın burjuva ailesinin bir üyesi olarak doğmuş bir ressam, gizli bir sanatçı Ressam Vasıf Ekrem Yelda ile tanıştırıyor.
1890 yılında Çamlıca’da doğan Ressam Vasıf, 1967 yılında Türkiye’nin ilk galericisi, Maya Sanat Galerisinin kurucusu Adalet Cimcoz’un israrı ile gazeteci Halit’le nehir söyleşisi yapmaya karar verir. Böylece hayatını, dönemini, eğitimlerini, sanatını, hocalarını, sanatçı dostlarını, aşklarını, bir ressamın içsel dünyasını kendi anlatısıyla kayıt altına aldırır.
Yazar Murat Gülsoy, bu kayıtları ressamın ölümünden sonra, on yıl süren hukuk mücadelesi sonunda roman şeklinde yazar. Ressam Vasıf’ın yaşadığı dönemi kronolojik bir tarih sırası gözetmeden ilk ağızdan anlatan yazar, birçok ‘şeyin’/’şeylerin’ gözümüzde canlanmasını sağlarken. Ressam Vasıf’ın nasıl bir hayat yaşadığının izlerini, dönem sanatçıları içinde kaybetmeden çok iyi sarmalayarak soluklaştırmadan takip eder.Tıpkı geniş açılarla görüntülenen bir fotoğraf çekimi gibi.
Yazar Murat Gülsoy, Ressam Vasıf’ın kayda alınan anlatılarının, dil dizgesi içerisinde özgürce dolaşır ve göstergelerini dengeli olarak seçer. Kendi biçem ve kurgusunu sağlam bir temel üzerinde belirginleştirir.
Belirginleşen kurgu ve biçem, yapıtın yazınsal değerini ortaya çıkaran temel ölçütlerdir. Yazar belirginleştirdiği kurgu ve biçem ile romanının yazınsal değerini başarı ile ortaya koymuştur.
Göstergebilimsel olarak kurgulayım ve biçemleştirim, estetik kod yoluyla gerçekleştirilir. Yazar Murat Gülsoy, mühendislik eğitiminin destekleyici gücünü arkasına alarak edebiyat üzerindeki incelemelerinde tarihsel ve toplumsal yaşanmışlıklarda, göstergelerin çözümlenmesiyle yapıtın doğru alımlanmasında çok iyi bir yol da çizmiştir. Kutlarım.
Kitapta ressam Vasıf’ın dediği gibi; İnsan kendi hayatını anlatırken ne kadar objektif olabilir ki? Otobiyografiye oldum olası şüpheyle yaklaşırım Dostoyevski’nin romanındaki yeraltından seslenen adamın söylediği gibi, insan tam manasıyla kendini anlatamaz ya da abartır yüceltir ya da aşağılık kompleksleriyle yerin dibine geçirir.
Ressam Vasıf ve ailesini kendi ağzından dinliyoruz. Gerçekliği onun anlattıklarından dinleyen yazar tabii ki Çallı/1914 kuşağına derinlemesine girmediğini söyleyebilirim. Haklıdır da! Çoğunluğu Julian Academie’ de ve Fernand Cormon atölyesinde eğitim gören başarılı sanatçılardır. Ancak bunların dışında anlattıkları bütün karakterler, resim tarihimize girmiş olan ressamlar ve onlarla ilgili olaylar zinciri yeterli seviyededir çünkü Ressam Vasıf’ın anlatısındaki yardımcı göstergelerdir. Anlatıdaki göstergelerin birbiriyle kurduğu bağıntıların saptanması, anlamların eklemleniş şekilleri, insanın insanla ve insanın çevre ya da doğayla etkileşimlerini yazarımız Murat Gülsoy tutarlı, dengeli ve sade bir şekilde aktarmıştır.
Ressam Vasıf Ekrem Yelda, Mekteb-i Sultani’de yani Galatasaray Lisesi’nde başlayan eğitim hayatını, ailesini, Çamlıca’yla Pera arasında geçen hayatını, Tarlabaşı’nın arka sokaklarında iki göz odada geçen yaşantısını, bazen gecelerce süren çilingir sofralarını, Paris’e ilk gençlikte yapılan ziyaretini, sanatı, batıyı, hocalarını, aşklarını, içsel dünyasını anlattığı kayıttaki anlatıları Murat Gülsoy kitabında ‘tümü kapsayan’ şekilde bölüm bölüm yazmıştır.
Her bölüm, ‘KAYIT SONU’ ifadesiyle bitiyor. Her kayıt sonu bir ‘GALERİ’ ye açılıyor. Galeri görsel belgelerini gösterge bilimsel bir bakışla betimlemeleri eseri zihinlerimize kazıyor. Bazen de resimleri görme arzusu ile görsellere ulaşma merak ve heyecanı uyandırıyor.
Yazar Murat Gülsoy’ın ‘GALERİ’ bölümünde ki anlatısı gibi.
Çamlıca’daki Köşk 1890 Yıllar, Fotoğraf Gülmez Freres
Mimar Vincenzo Beltrami tarafından yapılan köşkün cepheden görünüşü. Geleneksel Osmanlı planına uygun olarak inşa edilen köşkün dış süslemelerinde barok etkiler hissedilmektedir. Üçgen çatıyla bütünleşen açık balkon ve yüksek giriş köşke eklektik özellik kazandırmaktadır. Ressam Vasıf’ın hatıralarında büyük yer kaplayan kameriye ne yazık ki kadrajın dışında kalmış.
Yazar, akıcı sade bir dil ile anlatırken, kronolojik bir tarih kullanılmamıştır. Bazen geri dönmeler, bazen ileri tarihlere geçip anlatılar. Bu yılları, yazarın anlatıları içindeki özgürce dolaşımları içindeki açıklamalarıyla okurunu tarihsel bir ağ içinde tutuyor. Ancak okuyucusunda tarihsel bir merakta uyandırıyor.
Çok devirler gördüm, misal çocukluğum Hamid devrinde geçti, delikanlı oldum Meşrutiyet, daha ne olduğunu anlamadan Cihan harbi’nin içine düştüm, en kendime yaklaştığım devir mütareke seneleri, acayip bir keşmekeş, sonra Cumhuriyet, o da başka bir hava… Bakın bu eskiz defteri ne zaman tutmuşum? 20’lerin sonu 30’ların başı olmalı. Nerden baksanız kırk sene olmuş.
Ressam Vasıf’ın, kendinden öncekilerle ve sonrakilerle yaşadığı ilişkileri, hayatının akışını rastlantıları, özgürlüğüne bırakarak yol alan yazar, okurunu kendi anlatısı içine alıyor. Bazan rahatlatıyor bazan de sıkıştırıyor… Kitapta dediği gibi, ‘İnsan zayıf mahluk, hep renkli masalların peşinde’
Kitapda bahsedilen, ‘Nazmi Ziya, askeri ressamlar, Hoca Ali Rıza, Vicen Arslanyan, Nazım Hikmet, Georgette Valene, Adalet Cimcoz, Feyaman Duran, Sami Yetik, İbrahim Çallı, Aliye Berger, Bedri Rahmi, Şevket Dağ, Hikmet Onat, İbrahim Çallının öğrencisi Asuman Yavuzer, cüzzamlı modeli Mustafa Çelebi, İstanbul’u fotoğraflamak için görevlendirilen Fransız dergi fotoğrafçısı ve habercisi Marcel ve Fuat, İngiliz müteşebbis ‘İstanbul Sırları’ kitabını hazırlamak isteyen Charles, Fransa da yaşayan Fransız ressam Georgette, Fikret Mualla, Ali Sami Boyar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yunanlı ressam İvi Stangali, Ukrayna asıllı Rus ressam Alexis Gritchenko, Vasıf’ın akrabası seramik sanatçısı Sevin Salihoğlu, Cumhuriyet yazarı Yesari, Vasıf’ın öğrencisi Eşref Ünen, Namık İsmail, Burhan Toprak, Leopold Levy gibi isimler… Şunu söyleye bilirim; yukarıda ismi geçen dönem ressamları içinde Vasıf’ın hayatına 1-0 önde başlayan bir burjuva ferdi olarak, iyi resim yapan ressam olarak Modern Türk ressamları arasında yaşam sürerken isimsiz olmasına şaşırıyorum. Sanki isimsiz olmaktan mutlu olan biri. Yaşamı, hayatın içinde kendini, yaptığı işi/sanatını yönetememesi üzücüdür.
Ressam Vasıf’ın yaşamını sürdürdüğü Hamid dönemi, Meşrutiyet dönemi, I. Dünya savaş dönemi ve Cumhuriyet dönemleri gibi tarihte iz bırakan bu dönemlerin hiçbir yerinde bir varlık göstermemesi de dikkat çekicidir.
Mücadelelerle geçen bu dönemler içinde ‘Vasıf’ hep kendini saklamış ve hiçbir mücadeleci tavır sergilememiştir. Ama her akşam içtiği Fransız şaraplarından asla vaz geçmemiştir. ‘O’ konforlarını terk etmeyi göze almaması nedeniyle zor olanın, riskin içinde/yanında yer almamıştır. Bu nedenle de hep gizlenmiş, saklanmış, korkup kaçmıştır. Hatta kendi karanlığından korkan bir adam!
Sanat yaşamı için kendi ifadeleriyle şöyle der.
‘Çallı ve arkadaşları, öğrencileri diğerlerine karşı bir grup oldular. D Grubu. Bu bizim ilk ekolümüzdür. Daha çok Alman hoca Andre Lhote’nin etkisindedirler. Cumhuriyetin ilk resim ekolü.
Daha öncesi de var tabii. Müstakil ressamlar var. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti var. Sanayi Nefise Cemiyeti var, bu hesapla dördüncü, D harfi de oradan gelir. Ama daha evvele giderseniz Rum ressamlar var, Ermeni ressamlar var. Mesela Çallının ilk hocası Roben Usta Ermeni’dir. Benim ilk hocam Viçen Arslanyan da öyle.’
Yazarın romanın içinde anlatı dengelerini korumak için, romanın ana kahramanı olan Ressam Vasıf’dan daha baskın hepimizin bildiği Modern Türk Ressamları, ile birlikte güçlü birlikleri olmamıştır. Kitap da anlatılan bu ifadeler den hareketle ressam Vasıf’ın bahsettiği Müstakiller grubunu, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Sanayi Nefise Cemiyeti ve D grubuna ait yılları ve ressamları araştırdım ve analitik olarak yazarak sizlerle paylaşmak istedim.
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, dönemin sanat ve sanatçı sorunlarına çözüm bulmak üzere 1909-1919 yılları arasında faaliyet gösteren bağımsız bir ressam örgütüdür. Kurucu üyeleri Sami Yetik, Şevket Dağ, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, Ruhi Arel, Ahmet Ziya Akbulut, Ağah Bey ve ilk heykeltıraşlarımızdan Mesrur İzzet’dir. Daha sonra Feyaman Duran, Hüseyin Avni Lifij, Müfide Kadri birliğe katılmıştır.
Kitabın galeri bölümünde bahsedildiği gibi: GALERİ/ Ressamlar, 1921, Yağlıboya, 42x72cm.: Bir portre ustası olan Feyhaman Duran birçok kez kendi kuşağından ressamları (kendisiyle birlikte) aynı tabloda çalışmıştır. Soldan sağa: Sami Yetik, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Şevket Dağ, Hikmet Onat ve Ressam Vasıf. Bu resmin Ressam Vasıf’ın yer almadığı bir versiyonu da mevcuttur.
Yer almadığı versiyonu, bende merak uyandırdı. Ya siz de?
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Sanayi-i Nefise Mektebi’nden sonra kurulmuş olan ikinci sanat kurumudur. Türk ressamların kurduğu ilk örgüttür. Amacı, geniş halk kitlelerine resim sanatını sevdirmek ve teşvik etmek için mücadele vermektir. 1919 Yılında sona eren Osmanlı Ressamlar Cemiyeti faaliyetleri, 1921 yılından itibaren Türk Ressamlar Cemiyeti, 1926 yılından itibaren Türk Sanayii Nefise Birliği olmuş 1929’dan sonrada Güzel Sanat Birliği adıyla devam etmiştir. Bugün halen bu birliğin devamı olarak faaliyet gösteren İstanbul Güzel Sanatlar Birliği Resim Derneği’nin de bir üyesiyim. Mutluyum.
1929 yılında Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kuruluşuna kadar Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ülkede ilk ve tek ressamlar birliği olarak faaliyet göstermiştir.
Sanayi-i Nefise Mektebi, 1882’de II. Abdülhamit tarafından Osman Hamdi’nin Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğü’ne tayin edilmesiyle resmen kurulmuştur.
Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği 15 Temmuz 1929’da kuruldu. Kurucu üyeleri Refik Ekipman, Cevat Dereli, Şeref Kamil Akdil, Mahmut Cuda, Nurullah Cemal Berk, Hale Asaf, Ali Avni Çelebi, Ahmet Zeki Kocamemi, Muhittin Sebati, Ratip Asir Acudoğlu ve Fahrettin Arkunlar’dır. Amaçları Türk resim sanatının düzenli ve kalıcı temellere kavuşturulmasıdır.
Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği kısaca Müstakiller, Türkiye’de 1929-1942 yılları arasında faaliyetler göstermiştir. Birlik Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nden sonra kurulan ikinci dernektir. Ancak Cumhuriyet dönemi sanatçı toplulukların da ise ilktir.
D Grubu. 1933 yılında, beş ressam, ‘Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino’ ve bir heykeltıraş ‘Zühtü Müridoğlu’ tarafından Türkiye’de kurulan dördüncü sanatçı birliğidir. Nurullah Berk’in önerisiyle Türk alfabesinin ‘kitapda da bahsedildiği gibi’ dördüncü harfi olan ‘D’ harfini kendilerine isim olarak seçerler. Temel çıkış noktaları ‘empresyonist’ akıma karşı olmalarıdır. (Empresyonist akım ressamları, Çallı kuşağı ya da 1914 Çallı kuşağı sanatçılarıdır.)
Ressam Vasıf’ın anlattığı belki de en gerçek olduğuna inandığım şu sözleri yazmak istiyorum.
Sanat insanı kurtarır mı bilemem ama beni kurtardı. Delirip bileklerimi kesmediysem veyahut kendimi yüksek bir yerden atmadıysam ümit edecek bir şeyim olduğu içindir. En berbat zamanlarda bile birdenbire Vasıf, der içimden bir ses, bi kağıt bul veyahut bir bez parçası çiz boya. Seni yok etmek isteyen ifritler için en güçlü muskadır senin çizdiklerin. Hani su içerken yılan bile dokunmaz derler ya benim zihin dünyamda bu lafın tercümesi şöyledir. Çizerken hiçbir ifrit yanına yaklaşamaz. Çizerken sana kimse dokunamaz. Çizerken sadece sensin, olduğu gibi sen. Çizerken hiçbir kural, kanun, anane sana mani olmaz. Çiz yeter ki Vasıf. Çiz.
Bu ifadelerden sonra hep kitabın içinde ressamın çizdiği, boyadığı resimleri aradım. Resimlerini görmek istedim. Kitabın sonuna geldim. Resim yok.
Yazınsal içinde galerilerde betimlemelerle canlandırdığı görseller birazcık ruhuma su serpiştirdi. O kadar.
Kendisinin de ifade ettiği gibi, ‘tüm ömrünü resme vermiş ama hiçbir yere varamamış bir adam’. Soyadı kanunu çıktığında; ‘soyadını seçmekle uğraşacak halim yok’ diyen bir adam!
Bedri Rahmi’nin parlak zekasıyla ‘YELDA’ soyadını alır.
‘Kendi karanlığından korkan ‘Yelda’’
Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazar
Adana- Ocak 2025