Yaz mevsimin bitmesiyle sıcaklar yavaş yavaş boynunu bükmeye başladı. Son bulmayacak dedirten sıcaklar bu yılda soldu.
Hasat mevsimi başladı. Önce üzümler, arkasından cevizler…
16 Eylül 2024 Cevizler toplanmaya başladı. Geçen yıldan onbeş gün daha erken olgunlaştılar. Zamanın hükmünü göz ardı edemiyoruz. Mevsimleri de kıyaslayamıyoruz artık. Bazen ışıldayan gökyüzü, bazen bir anda yakar kavurur oldu. Bazen parıldayan yüzlerimiz bir anda gölgelendi.
Bahçedeyim. Bugün ilk günümüz. Tarım emekçilerimiz geldiler. Beş kadın, iki erkek. Silkelemeleri yapan erkekler, toplamaları yapan kadınlar.
Her gün bahçeye gidiyorum. Bahçeye girdiğimde, sesimi duyurmak için yüksek sesle ‘kolay gelsin bacılarım’ diyorum. Başlarını kaldırıp bana bakıyorlar. Kimisinin bakışları üstümde, çakılı kalırken, kısık bir sesle hoş geldiniz diyorlar. Sabah çok erken kalktıkları belli. Bu yıl aralarına yeni katılanlar da var. Hepsiyle tanışıyorum. Uzun süre yanlarında kalmasam da hepsini tanımaya çalışıyorum. Çocuklarını, eşlerini, nerede yaşadıklarını soruyorum. Hepsinin ayrı bir hikayesi var. Kimileri eşlerini kaybetmiş, kimileri evlatlarından çok uzaktalar. Kendi şiveleriyle ırmak gibi akıcı bir dille, bazen tebessümle, bazen de gölgeli bir yüzle anlatıyorlar. Mesafeli, saygılı, alçak sesle, yüzlerinde hafif bir tebessümle onlarda bana soruyorlar. Merak ediyorlar tabii. Bende anlatıyorum. Hikayeler birbirinden çok farklı değil. Çünkü insanız.
İşe koyuluyoruz. Uzun süren sessizce çalışıyorlar. Aslında hepimiz birbirimizi, tanımayı istiyoruz. Neden mi? Çünkü çalışanlarla hasat sonuna kadar bir aradayız ve zamanı keyifli, verimli geçirmeliyiz. Kendi içine kapanmadan, sıkılmadan.
Düşünüyorum!
‘Öz’imi, öz kimliğimi. İnsan, ilişkiler içinde yaşar. Eğer yaşam, insan ilişkileriyle oluşmaya başlıyorsa günümü ben de birlikte olduğum insanlarla yaşamalıyım. Doğuştan hepimize yüklenen iletişim bilincimizi yok sayamayız. Zaten birçok alanda yok sayılıyoruz. ‘Aile’de, ‘iş’ de, siyasi hayatta, yok sayılmalarımız o kadar çok ki? Güven yokluğu içinde yaşıyoruz her alan da. En başta da bizi yönetenler, hepimizi yok sayan bir yönetim içindeyiz. Değerler boşluğunda çırpınıp duruyoruz. Adam yerine konulmak, insandan sayılmak istiyoruz. Sahip olunan her şey anlamını yitiriyor. Emek ve zamana değer olmak, sevilmeye değer olmak istiyoruz.
Doğan Cüceloğlu’ nun dediği gibi, ‘Bir insana verebileceğin en değerli şey, onu itibarlı, onurlu, değerli biri olarak görmendir.’
Bugün bu bahçeye, kendi bahçeme girerken kendi ‘öz’ kimliğimle girdim. ‘Öz’ kimliğim beni ben yapan özelliğim ve yaşamımı anlamlı kılandır. İnsanlar eşittir. Hiç kimse diğerinden üstün değildir. Bu benim yaşama bakışımdır. Bu düşünce yapım, bu bahçede tanıştığım yedi tarım emekçi için ne ise, geçmişte çalıştığım fabrikalarda ki işçiler içinde aynıydı.
Sosyal kimliğimde var tabii ki! Bu kimliğimle de yaşamın içindeyim, hayatımı devam ettirmek için buna da ihtiyacım var. Kimya mühendisiyim, ressamım, sanat eleştirmeniyim, kaybettiğim eşimden sonra dört yıldan beri de çiftçiyim. Ama, ben bu sosyal kimliğimi her an taşıyamam. Çok zor ve yorucu, ama gerekli de! Yerinde ve zamanında kullanmak gerekir, tabii ki akıl ve zihinle birlikte.
Ancak her iki kimlikte de taşıdığım doğal bir otoritemde var, bunu saklayamam. Doğal…
İnsan ilişkiler içinde yaşar. Bizi biz yapan da budur.
Önemli olan öz kimlikle, sosyal kimliğin dengede olmasıdır. Bazen bu dengeler şaşabilir, biri bir diğerine göre baskın olabilir. Ben, bu bahçede zevkle, iletişim içinde karşımdaki kişilere değerli olduğunu hissettirerek ideal verimlilikle bir çalışma ortamı yaratmalıyım. Yarattım da. Bende mutluyum, çalışan yedi kişide mutlu, biliyorum!
Zaman zaman efil efil yüzümüzü okşayan yelle gelen, toplanan cevizler çuvallara boşaltılırken, yeşil ceviz kabuklarının kendine has o mis kokusunu hissediyorum. Çok seviyorum bu kokuyu. İçime çekiyorum. Belki de verilen emeklerin karşılığında ‘doğa’nın bize bir armağanıdır diyorum kendime.
Aramızdaki iş veren-çalışan duvarlarını kaldırıyorum. Zaten ben o bahçeye girdiğimde, söylediğim sihirli kelime ‘Bacılarım’ ile aramızda hürmete dayanan duyguyu ve sevgiyi inşa ediyorum. Onlarda bunu hissediyor. Yıllardır farklı farklı yerlerde çalışmış, farklı farklı ürünler toplamış tarım emekçilerimiz. İtibarlı köylülerimiz. Deneyimleri çok fazla ama geçmiş işlerle ilgili serzenişlerde bulunmadan, keyifle çalışıyorlar.
Doğan Cüceloğlu’ nun da dediği gibi ‘Her insanın doğuştan Allah vergisi olan onuruna saygı duyduğun zaman kendi özüne olan saygın sağlamlaşır. Hiç kimse senin onurunu senden çalamaz.’ Ya sizce?
Bazen konuşmaların rehaveti çöküyor üstümüze tempo düşüyor. Erkekler ağaç sirkelemelerinde ilerlemişler. Toparlanıyorum. Sevgi ve saygı, karakterimin en önemli öğesi biliyorum. Sevgiyle sesleniyorum hepsine, ‘Bacılar’ sirkelenin ve sirkelenenleri toplamaya çalışalım. Hızlanıyorlar. Sessizlik.
Etkin kelimem ‘Bacılar’ benim bölgemde Çukurova’da çok önemlidir ve anlamlıdır. Kavramsal olarak içeriği güven doludur. Güven, hepimizi iyileştirir
Güven duyarız birbirimize! Güven duyduğumuz bu ortamda görünmeyen derin bağlar kurulur. Bu bağlarla insanlar, kendilerini güvende ve rahat hissettikçe de iş temposu ideal bir seviyede devam eder.
Yukarıda da bahsettiğim gibi, öz kimlik ve sosyal kimliğimizi dengede tutmak önemlidir ve bu dengeyi de akıl ve zihin yetisiyle sağlayabiliriz.
Immanuel Kant’ın önemli bir felsefi sözü gibi ; ‘kavramlar duyusuz boştur, duyular kavramsız kördür’ derken, anlama yetisinin duyu verilerini bir kavram altında birleştirilmesiyle sağlandığına, bilgi sürecinde duyular ile aklın etkileşimine yada duyusal deneyimden bağımsız düşünülmeyen ve aklın kavramsal çerçevesi içinde anlam kazanan bir bütün olarak ele alınmasını ifade eder.
Immanuel Kant’a göre akıl ve zihin ya da anlama yetisi genel olarak insanın tinsel iki özelliğidir. Çoğunlukla aynı anlamda kullanılan bu ifadeler aslında birbirinden farklıdır. ‘Akıl’, insanın en yüksek gücüdür. ‘Zihin’ ise mantıksal düşünmesini ya da objeleri tam ve bilinçli olarak idrak etmeğe yarayan ilişkileri, bağlantıları kuran bir melike yada yetisidir. Bu unsurlardan bir tanesi eksik olması durumuna, ‘kavramlar duyusuz boştur, duyular kavramsız kördür’ der.
Hasatımız sekiz gün sonra bitti.
Birlikte geçirdiğimiz sekiz günlük çalışma sonunda, tarım emekçi kadınlarımızdan bir tanesi, hepimizi evinde kahvaltıya davet etti. Bu davet benim için çok anlamlı ve değerliydi. Kabul ettim ve belirtilen günde gittim. Herkes oradaydı.
Turuncu-sarı ekoseli bir sofra bezinin üzerine konan kocaman ahşap yer sofrası üzerine kahvaltılıklar özenle hazırlanmıştı. Çiçek gibiydi. Duygulandım. Sevgisini kocaman sofraya bezemişti bir resim gibi, bir şiir gibi. Tanrım ne güzel insanlarla karşılaştırdın beni. Teşekkür ederim.
Sevgiyi, inceliği, saygıyı taşıyan bir kalp tabii ki her zaman çiçek açar. Tıpkı bu sofra gibi!
Çiçek bahçesindeyim ve hayatımın en anlamlı en güzel kahvaltılarından birini yapıyorum. Teşekkür ederim, ‘Bacılarım’.
Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazarı
Ayvacık-Ekim 2024