SANAT ÜRÜNÜ MÜ / SANAT ESERİ Mİ ? SANAT ÜRETİCİLİĞİ Mİ / SANAT YARATICILIĞI MI ?

Ali Can Polat

Önce sanat nedir sorusunun üzerinde çok kısaca da olsa duralım.
İnsan doğal ve toplumsal çevresi içindeki şeyleri ve olayları duyu organları ile anlamaya ve aklı ile kavramaya çalışır, zekâsı ile bunları değerlendirmeye ve çıkaracağı sonuçlara göre de yaşamaya çalışır, çalışmanın ötesinde yaşar.

Akılsal, mantıksal kavramanın hedefi gerçektir, gerçekliktir, duyusal (esthétique) kavramanın hedefi ise güzeldir, güzelliktir. Güzel duyularımızla kavradığımız bir mükemmeliyettir. Güzel kavramı içinde mutlaklık vardır. Gerçek ise aklımızla kavradığımız var olan şey ve olayların en üstünüdür, mutlak değildir. Görecelilik kuralı ile sınırlıdır. “İyi” ve “yararlı” kavramları da ahlakın konusuna girmektedir. İyi, doğru kavramlarının doğanın işleyişinden kaynaklanan kuralları, yasaları vardır. Güzelin ve sanatın özgür olmaktan başka bir sınırı ve kuralı yoktur. Ahlâk, sanat ve estetik arasında da doğrudan bir bağ kurulması gerekmemektedir.

Felsefeye estetik kavramını kazandırmış olan 18. Yüzyıl Alman felsefecilerinden Alexander Gottlieb Baumgarten (1714-1762) “Aesthetica” adlı yapıtında parçaların karşılıklı olarak birbirleriyle ve bütünle olan ilişkilerini aralarındaki bu uyum ve düzen belirler demektedir. Güzel kavramında hoşa gitme ve arzu uyandırma belli başlı bir amaçtır.
Güzel en çok doğada ortaya çıkmaktadır. İnsan görerek veya düşünerek doğayı ve doğa olaylarını, doğadaki nesnel gerçekliğin özelliklerini taklit eder. Güzelin içeriğinde uyum ve oran vardır. Sanat bunları ortaya çıkarır. Bunları gerçekleştirirken de oyun özelliği öne çıkar. Sanatın konusu olan güzelliğin “iyi” den ve “yararlı” dan bağımsız olarak üç türü vardır. Bunlar biçimsel güzellik, nesnelerin durumlarında bulunan düşünsel güzellik ve bunların anlatımı olan güzellik.

Sanatçı elindeki, zihnindeki güzel denen malzemeyi, kavramı özgürce kullanır. Yeni, öznel, benzersiz, tekil yaratımlar gerçekleştirir. Bu özelliklerden birinin bile olmaması sanatın varlığını ortadan kaldırır.

İnsanın günlük yaşamını kolaylaştıran şeylerin doğada bulunup toplanması, avlanılması, giderek bunların yetiştirilmesi ve üretilmesi insanlar için göreceli de olsa iyi ve yararlı şeylerdir. Bu uğraşların, eylemlerin sonucunda ortaya çıkan şey bizim gereksinimlerimizi karşılarlar. Arapçası istihsal olan bu kavramın anlamı hâsıl etme, meydana getirme, üretme olduğu gibi ele geçirme, elde etme anlamlarını taşır. Ancak dilimizde bu ikinci anlamlar kullanılmazlar.

Dikkat edilecek olursa av hayvanları için veya doğadan topladıklarımız için ürün kavramını kullanmıyoruz. Kültürünü yaptığımız bitkiler için ise ürün kavramını rahatlıkla kullanıyoruz. Üretmek eski sözcükle istihsal etmek insan çabasıyla o şeyin sayısını, miktarını çoğaltmayı gerektirir.

Hayvan üreticiliği kavramı diye bir kavram kullanmıyor, hayvan yetiştiriciliği veya besiciliği kavramlarını kullanıyoruz. Biz bunlara ürün gözü ile bakmıyoruz. Oysa özünde bitki de olsa hayvan da olsa bunlar üretilerek elde edilmektedir.

Özetle söylemek gerekir ise avlama veya toplama işlemlerimiz sonucu ele geçirdiğimiz şeyler için ürün kavramı kullanmıyoruz. Kültürel uğraşlarımız sonucu oluşan bitkilere ürün bunun dışında kalan hayvanlara ürün demiyoruz, onları başlarına nicelik sıfatları ekleyerek cins adları ile ifade ediyoruz. “200 koyun veya 200 kg balık gibi.

Bu ayrımı bitkilerden esirgiyoruz. Sanki hayvanların bir canı var da bitkilerin hiç canı yokmuş gibi davranıyoruz. Hayvanlar âleminden birisi için üzülüyor veya seviniyoruz. Onlarla arkadaş bile oluyoruz. Ama bitkiler için bu duyarlığımız yok gibi. Bu anlamda bitkisel hayat kavramı yeniden değerlendirilmelidir.

Tarafımızdan bitki ve hayvanların yaşamları sonlandırıldıktan sonra yapacağımız işlemleri ise ürün olarak değerlendirebiliyoruz. Unlu mamuller ve et, süt ürünleri gibi.

Üretim ve üretici kavramlarının karşılıkları Fransızcada production ve producteur sözcükleridir. Ancak bu kavram manifaktür ve fabrika üretimi yanında bir eserin sahneye konması için de kullanılabilmektedir. Türkçemizde ise yukarıda anlattığımız ayrımlar söz konusu olmaktadır.

Günlük yaşantımızda bilerek veya bilmeyerek ama gerekli özeni göstermeksizin sanatsal bir yaratım için sanatsal üretim veya sanat üretimi yahut da sanat ürünü veya sanatsal ürün kavramlarını kullanıyoruz.

Aynı şekilde o sanatsal yaratının edilgen kişileri için de tüketici (müstehlik) sıfatlarını kullanıyoruz.

Hemen öncelikle şunu söylemek gerekir ki; doğal veya kültürel besin-varlık ayrımı için ve hayvan ve bitki ayrımı için gösterilen duyarlığın sanat yaratıcılığı için gösterilmemesi düşündürücüdür.

İkinci olarak da sanatta “üretim” sanat kavramının kendisiyle asla bağdaşmaz. Çünkü sanat teklik ile ürün çokluk ile eşdeğerdir. Seri halinde yapılan bir iş sanat olamaz. Oysa bir fabrika aynı şeyi seri halde üretebilir. Fabrikanın yaptığına sanat denemez. Ismarlama, el yapımı ( handmade) bir elbise ile konfeksiyon imalatı gibi. Dolayısıyla bir tiyatroda senarist, prodüktör, rejisör ve oyuncular sanat üretmezler, belli bir disiplin içinde bir sanat yapıtı ortaya koyarlar.

Aynı şekilde seyirci tiyatroda seyrettiği bir tiyatro eserini, bir okur okuduğu şiiri veya romanı tüketmezler. Onlar gittikten sonra da o eser olduğu gibi durmaktadır. Bir insan şiir, sinema veya tiyatro tüketicisi olmadığı gibi sanat tüketicisi de olamaz. Ürün dediğimiz şeyler tüketilince varlıkları sona erer. Örneğin bir elma yendiği, tüketildiği zaman onun sindirim aşamasının başlamasıyla varlığı sona erer. Kavramın Arapça karşılığı İstihlâktir. Bu kavram helak etmek, harcamak anlamlarına gelmektedir. Öngörülebileceği gibi bir ressamın eseri, resmi bir veya daha çok kişi tarafından görülünce veya bir bestecinin eseri dinlenince harcanıp gitmiyor, helak olmuyor. Belki değeri daha da artıyor. Bu da sanatın ulaşmak istediği amaçlarından birisidir.

Bir ürünün, maddi-parasal değeri olmazsa olmaz olduğu halde sanat eserinde para bazen hiç önemli olmaz, bazen de çok gerilerde kalır. Sanatçı ile eseri birbirine yabancılaştıkça, sanat metalaşır ve değerinden çok şeyler yitmeye başlar. Elbette sanatçının ve sanat emeğinin, telif hakkının korunması gerekir ama bu şu anda bizim konumuz değildir.

Sanatçılara, okur veya seyircilere üretici ya da tüketici gibi sıfatlar kullanılmasının doğru olmadığı görüşündeyim. Bunu sanatçıya ve yaptığı ise bir saygısızlık olarak nitelendiriyorum. Aynı şekilde bu sanat yapıtlarını okuyan, seyreden, dinleyen kişilere de haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Dinleyici, seyirci gibi sıfatlar yeterlidir, başka bir nitelemeye gerek bulunmamaktadır.

Yazının devamını okumak için tıklayın