Siyaset ne isterse istesin, sanatçı kendi bildiğini okur. Eserlerini de hayatı da güzel kılan sadece budur. Ne yaparsanız yapın, kim olursanız olun, geride sanatçıların-yazarların eserleri ve sözleri kalır.
Sanatçılar konuşur. Çoğu kez de muhalif ve özgürlükten yana sözler söylerler. Önemli olan, iktidarda olalım ya da olmayalım, söyledikleri işimize gelmediği zaman o sesi kısmaya, hatta susturmaya çalışmamaktır. Çünkü hepimiz biliriz ki bu sadece düşünce özgürlüğü ve demokrasi adına yanlış değil, aynı zamanda beyhude bir çabadır. Sanat, eleştiri, özgürlük, muhaliflik, aykırılık, farklılık, özgünlük gibi sözcükler birbiriyle kardeştir. Ne yaparsanız yapın, kim olursanız olun, geride sanatçıların-yazarların eserleri ve sözleri kalır. Son günlerde, Türkiye’de yaşadıklarımız bu kadim bilgiyi tekrar ve tekrar hatırlama gerekliliği doğuruyor…
Memleketin aksak demokrasisinin tek övünç kaynağı, serbest seçimleri 1950 yılından bu yana adil biçimde sürdürebiliyor olmasıydı. Şimdi, ‘sandık demokrasisi’ diye küçümsenen bu rejim bile tartışmalı bir hale gelince herkes hayat ve politikayla ilgili tepkisini, fikrini ortaya döktü. Ve en önde de popüler isimler, sanatçılar yer aldı… Yapılan da öyle uzun uzun konuşmalar, yazılar, gösteri ve toplantılar ya da bir örgütlenme teşebbüsü filan değil, hepi topu bir twit atmak, bir ‘hashtag’ paylaşmak. Ama iktidarın, toplumun geniş kesimlerini etkileme olanağı olan bu sanatçılara veryansın etmesi, tam da ‘tahammülsüzlük’ ve ‘tahakküm’ sözcükleriyle açıklanabilecek bir durum. Açıkça sanatçıların tehdit edilmeleri, listeler yayımlanması, ‘bedel ödemek’ten söz eden yazılar kaleme alınmış olması inanılmaz. Olası bir muhalif dalgayı önlemek için atılan bu adımlar, aynı zamanda tahammülsüzlük duvarını yükselten tuğlalar. ‘Bedel ödemek’ten söz edenler, bu ülkenin sanatçı ve yazarlarının bedel ödemeyi gayet iyi bildiklerinden sanki haberdar değiller.
Türkiye’de öteden beri önce ve özellikle yazarlar, edebiyatçılar siyasetin içindedir. Belki de ‘entelektüel’ kimliğin yazıyla, yazarlığın politik tavırla birlikte geliştiği bir edebi geleneğe sahip olduğumuz için böyledir. Muhalif tavrını açıkça ortaya koymaktan çekinmemiş pek çok yazar, Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet’e ve günümüze kadar devletin ve iktidarların gadrine uğramıştır. Sürgün Namık Kemal’den, ömrü hapishanelerde geçen Nazım Hikmet’e ve defalarca yargılanan Yaşar Kemal’e hatta Orhan Pamuk’a kadar upuzun bir liste çıkartabiliriz. Ressamlar, müzisyenler, tiyatrocular da tabii ki azade kalmamış bedel ödemekten. Muhalif duruşlarının bedelini hapisliği ve en çok da işsizliği, güç hayat koşullarını sineye çekerek ödemişler hepsi de… Bugün hâlâ, büyük bir müzisyen Fazıl Say, kendi alanlarında tarihe geçmiş tiyatrocular Metin Akpınar, Genco Erkal ya da Müjdat Gezen bedel ödemeyi sürdürüyorlar.
Yazının devamını okumak için tıklayın