Saniye Akay Demirel /Saniye Doğdu

Son bardağı da durulayıp bulaşık sepetine koyarken musluktan akan suya dalmışım. Kalbimin sesi önümden gidiyor. Ben bu atışı bilirim! Evde bir ben bir de kedim. Yatakları düzeltmiş, kirlileri sepete ya da makineye atmışım, hızlı bir elektrikli süpürge odalarda dolaşmış, belki bir paspasla görünen yerlerde dönmüşüz, yemek hazırlığınaysa daha çok var.

Şimdi keşke biri çıkıp gelse… Bir kahve içip eski günleri yâd etsek!

Geçmiş, nasıl bir kucaksa öyle; sımsıkı sarıyor, eliyle ensemden çekip göğsüne bastırıyor, parmak uçlarıyla alnımdaki kırışıkların üstünden gidip geliyor, burnuma ‘dün gibi’ yakın uzak zamanlardan iç titreten kokular getiriyor; yaşlıyım, gencim, çocuğum, bebeğim, anne rahmindeyim; bu sıcacık kucağın içindeyim.

Şehrin iki katlı bahçeli bir evinde, nar, turunç, portakal, leylak, hanımeli ve yasemin tomurlarından, daha olmadı yaprağından dalından, mis kokular yayılırken annemin boğazından ıgggg diye bir ses çıkıyor. “Allahım, Allahım, sen büyüksün Allahım!” Rahibe işi nakışla bezenmiş keten bir çarşafa tırnaklarını geçiriyor. Odadan odaya koşturan kadın sesleri- Nene, kayınvalide, iki görümce, iki kız kardeş, iki hala. Ocakta, su kaynıyor. Dedem tetikte bekliyor; bahçede, eve girmeden kapı önünde; kadınlar ha deyince koşup ebeyi çağıracak.

Sancı çeken bu kadının annesi birkaç yıl önce 44 yaşında veda etmiş dünyaya. Adı Saniye’dir. Peki yok mu sancı çeken bu kadının bir babası? ‘Kız babası olduğu için doğum sırasında burada olması münasip kaçmaz,’ ama çok yakınımızda; ‘icap ederse gelir.’

Gidip ona bir bakalım mı? Ne yapıyor? Hem biraz da doğum telaşı yaşayan evin havasından sıyrılmış, ayakaltından çekilmiş oluruz. Demir bahçe kapısına doğru yürüyelim. Yasemin çiçeğinin şemsiyelediği bisiklete dokunmayalım; o şimdi on bir yaşında olan küçük amcanın. İlerde iyi okullarda çalışkan bir öğrenci olarak okuyacak, hatta ilerleyen yaşlarında bu mahalleyi de içine alan bir yerlerin başkanı olacak. Bu masalı anlatan kızla işte o demir kapı önünde bir fotoğraf çektirdiği için de bir masalın kapısını açacak. Şimdilik kapıyı yavaşça kapatalım çünkü telaşımız var.

Kenar Süsü

Sola döner dönmez önce saz sesini tıngırdatalım. Sonra mırıldanalım;

‘Bugün ayın ışığı…’- uzatalım- ‘elinde bal kaşığı. gine nerden geliyon da mahlenin yakışığı? gine nerden geliyon- çok uzatalım- mahlenin yakışığı? vay nerdesin nerdesin?- sola dönelim- kaldır camın perdesin, diyeceğim çok amma da pek galabalık yerdesin. diyeceğim çok amma da galabalık yerdesin- yine sazı tıngırdatalım- karakuşuna kurban, çatık kaşına kurban, yalınız sana değil de arkadaşına kurban, vay vay vay pambuğum, edasına yandığım, seni hasta diyorlardı, nasıl oldun sevdiğim?’

Böyle türküyü kendimize yoldaş ede ede dar sokak boyunca karşılıklı sıralanmış turunç ve hurma ağaçlarının arasından geçelim. Balkonlardan çiçeği cömert rengarenk gelin duvakları sarksın. Ardımızda hiç durmadan çalışan testereleriyle kocaman bir hızar kaldı. Tüm sokağın çam ve sedir ağacı kokması bundandır. Hah! Hemen hemen de geldik. Hacı Taşan’ın türküsü de bitti. Bir gayret üç kat merdiveni çıkalım. Bu nasılsa bir masal; çalmadan açılsın kapılar, istersek Eylül rüzgarında havalanan perde aralarından, içeriye dalalım! İşte kızın babası! Ceviz bir koltuğa oturmuş, yanında yuvarlak yine ceviz bir sehpa; ara sıra iç geçirerek ara sıra iç çekerek ara sıra dudağı mırıl mırıl dua ederek müjdeli haberin gelmesini bekliyor. Gümüş tabakasını bir açıp bir kapayıp sigara üstüne sigara içiyor.

Üstünde bej bir telefon, yuvarlak komodinimsi bir şey var karşısında. Dayandığı duvarda da aslolan zamansızlığa gülümseyerek mıhlanmış siyah beyaz büyük bir fotoğraf. Bu fotoğraftaki 44 yaşında ölen karısı Saniye Hanım’dır. Fakat bakın ki hayatın tuhaf tesadüflerine; birkaç yıl önce evlendiği melekler kadar iyi hanımın da adı Saniye Hanım’dır. Muhtemelen az önce, ‘Hacı Bey’ dediği kocasına getirdiği sade kahvesini içiyordur.

O iç çekip sigarasını içe dursun! Oğlan babası hemen koşturup ebe hanıma haber veriyor; “Koş ebehanım koş, bizim gelin doğuruyor.”

Benim kalbim küt küt atıyor, çıkmak için sabırsızlanıyorum. Hadi anne, Allah bir avazda kurtarsın! Ebe zor yetişiyor. Ayağımdan tutup şöyle baş aşağı kaldırıyor.

Annemin halası ‘iki elini çırparak’ müjdeliyor. Doğmadan çok önce konan adımla iki üç kere ‘Saniye doğdu! Saniye doğdu!’ diye sesleniyor. Haydaaaa! Saniye sayısı oldu mu üç? İki yıldır beklenen oldu. Kız doğdu. Dünyaya geldiğim anda odaya doluşan her yüz aynı anda hem ağlayıp hem gülüyor. Hem ağlayıp hem gülüyor.

Gerçi mercimek tanesi kadar tırnaklarına bakarsak, bir mucize var loğusa odasında. Bebeği başköşede oturan Nene’nin kucağına veriyorlar. Bir türkü uzaklıktaki evde sigara üstüne sigara içen adam en büyüğü olmak üzere; altı tane çocuğu, Allah bilir kaç düşüğü, daha üç günlükken ölmüşü, Uruk Hatın adlı bir annesi, Ballatın derler bir ninesi, on yedi torunu, ekşi tatlı bir kokusu, yumuşacık bir gıdığı ve helal olsun yediğine içtiğine pek güzel huyları var o Nene’nin. Bir kız görmeye mi gittiler, Nene burun kıvırdıysa beğenmedi. Yemek yaptı da tuzlu mu bulundu? Anam bir pinçik attım. Az tuzlu mu bulundu? Anam bir pança attım. Kızlar falanca yemeği Ekrem Yeğen şöyle tarif ediyor mu dedi? Anam şurada koskoca kadın otururken hiç utanmadan kitaba bakıyorlar. Pencerenin önünde oturmuş, uzaktan bir kel mi geçti? Uşak Esat geçiyor. (oğlu) Eli çantalı bir adam mı gördü? Uşak Tahir mi geçiyor? (babam) Bir zamandır görmediği birkaç tanıdığını görmüş de, eee nasıllardı Nene diye mi sorulmuş? Hepsinin kelkeneği kırılmış. Nene o ne? Benim gibi kocamış. Bir kızı olmadık bir adamla mı evlendirmişler? Dert anam, bir gün koynuma almam…

Beni koynuna alıyor, ayalarının üstündeki kuş kadar canımı tutuyor. Ve dua ediyor: ömrün uzun bahtın açık olsun inşallah…Adısaâbın gibi tatlı dilli, akıllı ol inşallah… Herkes amin diyor.

Sonra beni babaanneme uzatıyor; ‘emmisinin’ kızının kızına. Bizim topraklarda çok rastlanan bir gelenek sürdürülmüş; iki aile ‘kalaylı tastan su içmişler.’ ‘Dışarlıklı kız almamışlar.’ Evlilikten doğan iki çocuğun ilkine, madem oğlan, dedesinin; diğerine de madem kız, anneannesinin adı verilecek; bu ‘iki-iki-daha-dört!’ İki dedenin adı da aynı olduğundan, ilk duyuşta ortada akıl karıştıran bir durum var gibi görünse de onlar için ‘hiç de bile yok!’ ‘İlk hak sahibi babanın babasıdır.’ Bazen gülerek bazen ciddi bir yüzle son noktayı koymuşlar. Gelin onlardan da koyu çıkmış da “başka türlüsü mümkün olabilir mi? Tabii ki de kayınbabamınkidir aslolan,” diyerek bu lafın ağızdan çıkıp son bulmasından daha uzun bir süre başını, kaşını kaldırmış, çenesini çevirmiş ve dudağının kenarını diliyle ıslatmış.

Şimdi bebek, ona inci gibi dişlerini göstererek gülen babaanneye bakıyor. İlk bakışta ağaç dalı gibi olan gözler perde aralığından süzülen ışığın bir oyunuyla çağla yeşili oluyor. ‘Adıyla yaşasın, bahtı açık ömrü uzun olsun. Allah analı babalı büyütsün…’

Daha var ama sonraları bu ikisi çok iyi arkadaş olacaklar, aşk hakkında konuşmayı çok sevecekler. Bebek büyüyecek, ona Nene diyecek. Nenesi ona evlilik hakkında öğütler verecek. “Fikir fikri tutmalı; Türkçesi bu!” diyecek. Özgürlük ve onur hakkında konuşmayı çok sevecekler. Nenesi onun gözünün içine bakarak şu beyiti dillendirecek:

‘Elin köşkü sarayından
Bizim kör hanemiz yeğdir.
Elin zerde pilavından,
Bizim tarhanamız yeğdir.’
Ama bunu okuduğunuz gibi değil; bağdaş kurduğu divanda belini ileri geri sallayarak hece hece söyleyecek:

‘Elin köşk-ü sa-ra-yın-dan
bizim- kör- ha-ne-miz-yeğ-dir
elin- zer-de pi-la-vın-dan
bizim- tar-ha-na-mız- yeğ-dir.’

Bazen sabah kahvesinde, bazen öğleden sonra ziyaretlerinde, ayın yirmi biriyse evdeki kabul gününde giymek üzere her yıl Mısırlı’dan bir hırka bir kazak alacak; gittiği yerlerden kâh selam gönderenleri kâh yâd ettiklerini sıralayacak: ‘Nazmiyânımablam, Medihanımablam, Atikânımablam, Süreyyânımablam.’ Ve bir de ister inanın ister inanmayın, onu bildiğimden ölene kadar günde bir litre süt içecek, birinin kızı güzelmiş, birinin oğlu yakışıklıymış desinler; ‘aklı güzel olsun!’ diyecek.

Hadi, hadi! Daha çok işimiz var. Yarın duyan gelir inşallah. Kaynar kaynatılsın! Kırk gün kırk gece kaynar içeceğiz.

Saniye doğdu.