Vay! yarımasırdan fazlasına ulaşan geçmiş, güzel günler hatırlanıyor…
Uzun bir yazı olacak bu; bana ne arkadaş; okuyamam diyen geçsin… Demeyenler satırlarıma buyursun…
Değerli bir büyüğümüz, rahmetli babamın arkadaşı Kurtuluş Burduroğlu’nun vefatının 52. günüymüş bugün . Akşamüzeri Tike’ye siparişe girerken, ‘hısım, gel hele! dedi oğlu. Ablası, eniştesi, oğlu Kurtuluş, masaya buyur ettiler. Başsağlığı dileyince; bilgiler aktı. Bedriye ve Mehmet Ali 17 Aralık 2022’de sevgili anneleri Nadide Hanım’ı, daha onun için taziyeleri kabul ederken yirmi gün sonra da babaları Kurtuluş Bey’i kaybettiler; Kurtuluş Amca, 94. doğum gününde vefat etmiş; 6 Ocak 2023. İkisinin de mekanı cennet, ruhları şâd olsun.
Bedriye, Facebook’tan annesi için başsağlığı dilediğimde; ‘Canım, çok teşekkür ediyorum. Sağolun. O kadar güzel yazılar yazıyorsun ki! Belki annenin annemle olan bir anısını paylaşırsın dileğini yazmıştı. Kısmet, bu güneymiş!
Masalcı annem Nurten Akay’a teşekkürle çok eskilere uzanıyoruz. Eşe, Durmuş, Bekir, Ahmet, Elife ve Hasibe kardeşlermiş. Ben, Eşe’nin kızı Saniye’nin torunuyum. Bizim ‘Eşecik’ üç çocuk doğurup, 33 yaşında ölmüş; Cabbar, Fadime, Saniye. Kardeşi Durmuş, geride ‘saçı bitmemiş bir yetim bırakarak- Hasan Pehlivan- genç yaşta ölmüş. Bunun açılımını biliyor musunuz? Doğumundan önce babası ölen çocuk demek…. Diğerleri daha uzun yaşamışlar. Kızlar evlenmiş, kalan iki erkek evlat da evlenmiş; gelinler; Hürü Hatın (Huriye) ve Emine Hanım kardeşmiş. Bekir, kardeşi Ahmet ile Güney Sanayi’yi kurmuş. On beş, on altı yaşlarına kadar Hasan da amcaların evinde yaşamış; eski geniş aile düzeni. Bu geniş ailenin annesi Fatma, oğlu Durmuş’undan kalan torununa adını veren baba da Hasan imiş. Hasan Dede, kırmızı saçlıymış. Bekir Dayı’nın tek bir çocuğu olmuş. O da tıpkı dedesi gibi ‘kırmızı saçlıymış. Adını Nadide koymuşlar. Fakat kızıl saçlı minik yavru, dört yaşına ulaşamadan kızamıktan ölmüş. Ahmet Dayı’nın Emine Hanım’dan olan yedi kızından- Atike, Sevim, Nadide, Şenel, Hayırlı, Uğurlu, Nuran- doğup ölmüşlerle; üçüncüsüne, onun adını yaşatmak için Nadide adını koymuşlar…. Yıl 1934.
Nadide! Ne güzel bir ad… Gündelik hayatın şükür hâlâ var olan tanıklığını kaydediyorum; inanılmaz taze bir bellekle geçmişi aktaran tanığı dinliyorum. 1936 doğumlu annemi.
Nadide, ‘ismiyle müsemmaydı’ diyor annem; insancıl, hısım canlısı, sıcacık sevgisiyle bizleri sarıp sarmalayan bir ablaydı. Yaylada (Bürücek) iki katlı bir evleri vardı. Alt evi kullanmaz, kiraya da vermezlerdi. Çok güzel bir bahçesi vardı; çeşit çeşit çiçekler… Bütün çocukluğumuz bir arada geçti; gençliğimiz de. Çocuklar, anneme hala derlerdi. Saniye Hala. Esasında çocukların öz halası anneannem Eşe ama Eşecik genç yaşta ölünce kalan kız evlatlarına hala demişler; Saniye ve Fadime’ye… Mesela Elife (Koçak) ve Hasibe (Karakuş) asıl halaları ama annem, 1916’da doğduğundan en büyük kız evlat Atike Ablamdan bile çok büyük, Eşe Hala’larının yerini doldurmuş.
Hürü Yenge, Emine Yenge, annem, Cabbar Dayı’mın eşi Ümmühan Yenge, pişirirler, taşırırlar; bir yanda sacda yufka ekmekler, bir yanda hep birlikte işlenen içli köfteler, dökülen bol nohutlu tatarlar, börek çorbaları, ‘hadi bakalım bugün şölen var; lepe içeceğiz; yanına da soğan kıracağız, ekmeğe hücum, toplanın çocuklar!’ dedikleri gün de zahmetsiz, lezzetini kaynaya kaynaya bulan bir çorbayla o günü özgür geçirmek isteyen sevgili büyük kadınlarımız… Hepinize rahmet olsun. Bizi gencecik yaşta yasa bürüyen Cabbar Dayı’mın çocuklarından Ayşe, Ulviye, Şahver, Yıldız ve ‘melekler kıskanmasın diye yedi yaşına kadar saçları iki belik örgü ile erkek olduğu gizlenen’ İsmail- rahmetli Yıldız’ın ya aynı yıl doğmuşu ya da bir iki yaş büyüğüydü Nadide. Vaktiyle; bir yaş büyük ablaydı, abiydi- Nadide Abla, (söyleşi süresince annem ilk kez abla diyor,) ‘Hadi bakalım! Düşün önüme! Hepinizi yıkayacağım.’ derdi. Herkesin evinde hamam yoktu o zamanlar. Bizlerde vardı. Hamam diyorsam; dikey olarak silindir, büyükçe sac bir su deposu, altındaki yakıt yerinde kozalaklar, meşe odunları tutuşturularak suyun ısınması sağlanıyor. Bizi ikişer çocuk önüne alırdı. İki tür sabun vardı; biri meşhur Hacı Şakir, diğeri Antakya’dan gelen ‘anam babam usulü’ yeşil defne sabunu. Saçlarımızı yeşille sabunlar, bol su ile durulardı; nedenmiş? Bu sabun kepek yapmaz, bedenimizin son temizliğini mis kokulu beyaz Hacı Şakir’le yapardı. Sonra bizi kurular, giydirir, saçlarımızı tarardı… çevresindekileri idare edebilen, özenli, koruyucu bir hali vardı.
Kurtuluş Burduroğlu’na gelince;
Tatlı bir anıdan yola çıkacağım. Dedem Hacı Abdullah’ın Adana Yağ Camii civarında bir manifatura dükkanı vardı. Kepenkleri kaldırıp, önünde otururmuş, müşteri girince işaret edilen kumaş toplarını tezgaha atar, beğendirirse satarmış dedemiz. Bir gün müşteri kıt; dedem mağazanın önünde oturuyorken, bir delikanlı gelmiş. Delikanlının üstünde renkli, desenli, yarım kollu bir gömlek…. Olacak iş değil! Vah yavrum demiş içinden; kim bilir ne kadar yoksul bir ailenin oğlu bu! Temiz, ütülü, ayrıca yeni bir gömlek giymiş ama bu olsa olsa ablasının gömleğidir… İçinden şöyle geçmiş; şurdan çizgili ya da düz bir gömleklik kumaş kesip hediye etsem mi? Sağduyusu, dur bakalım! demiş de eteğini çekmiş. O gün ne olmuşsa olmuş; artık bilemeyiz…
Aradan biraz zaman geçmiş. Bir gün karısı- anneannem Saniye Hanım-, ‘Hacı Bey, Burduroğlu sülalesinden kız istemeye aracı koyulduk; bugün arkadaşım (herhalde adı Bedriye Hanım) ziyaretime geldi; ‘oğlumuz Kurtuluş için, dayın Ahmet Bey’in kızı Nadide’ye talibiz. Aracı olur musun?’ dedi. Ohhh! Bizim hatunun en sevdiği işler… Derhal gerekli yerlerin kulağına ‘kar suyu’ karıştırılmış. Nadide’nin Kurtuluş ile evlenmesine talip oldukları gün, dedem Hacı Abdullah, ‘Vayyyy!’ demiş, bu delikanlı o delikanlı. Hikaye şöyleymiş; meğer Kurtuluş Amca gençlik yıllarında bir süre İngiltere’de yaşamış, eğitim görmüşmüş. Batı dünyasının etkisi dış görünüşüne, giyim kuşamına da yansımış haliyle. O desenli, renkli gömlekler…. Adana’da tek bir erkeğin bile sırtına geçiremediği renkli, desenli gömlekler… Kurtuluş ve Nadide evlenmişler. Anneannem Saniye Hanım, bu ilişkiyi kendi mutlu günleri ile de perçinlemiş. Annemin babamla ‘maaile’ yapılan nişanına onları da davet etmiş. Fotoğrafta nişanlanan anne ve babam ortada; annemin sağında Nadide’nin annesi Emine Yengemiz beyaz elbisesi içinde oturuyor, yanında Bedriye Hanım (Bedriye ve Mehmet Ali’nin babaannesi) hemen yanında anneleri Nadide… Geçmiş güzel günler…. Babaanne yanında Kurtuluş’un bir kaç yaş küçüğü oğluyla katılmış merasime… Annem onun adını hatırlayamadı. Fakat çok yakışıklıymış…
Artık bizim tatlı anne ve baba evlenecek- annem için babam taptaze pembe bir bahar dalı, son nefesini vereceği güne kadar onu kuşatan, sarıp sarmalayan dipdiri aşktır. Bu arada, Nadide ile Kurtuluş çoktan evli; Kurtuluş, babamın CHP Gençlik Kolları’ndan arkadaşı… Buna bir de aynı sülaleden evlilik girince; Kurtuluş Amca bizimkilere; ‘sizi arabamla gelin evinden ben alacağım ve düğün salonundan evinize ben götüreceğim,’ demiş. Altında son model bir araba ve şoförü; yaşıyorsa ömrüne bereket, öldüyse rahmet olsun! Annemin gelinliği-hayatımda imrendiğim tek gelinlik- öyle uzun ve haşmetliymiş ki gelin arka koltuğa sığışamamış; öne oturtmuşlar. Gelin arabasında gördüğünüz bu fotoğrafında, arka koltukta Kurtuluş Amca oturuyor, yanında babam fakat bu karede onu göremiyoruz.
Sonraları, Nadide Teyze’nin kapımızı çaldığı zamanlar olmuş. Şöyle anlatıyor annem; ‘bir gün kapı çaldı. Baktım; Nadide… CHP için bir gece tertip etmişler, bilet satıyor. Sen de al, Nurten dedi. Hemen aldım. Üstümde önden düğmeli, babamın dükkanından alıp diktiğim kalın bir kumaştan sabahlık ya da ev elbisesi diyelim öyle bir şey vardı. Nadide, ne kadar güzel giysin Nurten; bir yere mi gidecektin? dedi. Ev elbisemi beğenmesi çok hoşuma gitmişti… Pekçok dernek, şimdiki adıyla sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak çalışırdı…
Sonra araya herkesin hayat gailesi girdi ama ‘gördüğümüz yerde sarılırız.’ Tahir’i de ayrıca çok severlerdi. Öldüğünde hemen aradılar. Hem Nadide, hem Kurtuluş başsağlığı dileyerek, geçmiş, güzel günlerimizden söz ettiler. Kurtuluş, ailede ne olsa koşturur, yapardı. Cana yakın, güleryüzlüydü, bir beyefendiydi, mütevazı bir adamdı. İkisinin de mekanları cennet olsun kızım.
Az çok bilirdim annemin bu anlattıklarını ama bugünkü telefon konuşmamızda kendimize göre, geniş ailemizin sözlü tarihinden bir yanı belgelemiş olmanın mutluluğunu yaşadım. Ve adı Nadide olan bir büyüğümüzün ‘hadi çocuklar!’ diyen kucağında bütün gençlerimizin adlarını geçirdim aklımdan; liste uzun maşallah. Bu çok geniş, kimileri birbirini tanımayan kuşaklar- derhal tanışsın!- Unutmayın; bizim kırmızı saçlı bir dedemiz var! Harry Potter hikayelerinde denk düşülecek bir işaret bu! Belki, birinizin çocuğunda ortaya çıkacak; yedi kuşak geriye gidebilen genler; kim bilir?
Nadide ve Kurtuluş Burduroğlu’nun ruhları şâd, mekanları cennet olsun… Çocukları, torunları, onların çocuklarıyla anıları her daim yaşatılsın…