Sanmanın, zannetmenin, farzetmenin uyuşukluğuna gömülen gerçek – Emre Toğrul

Emre Toğrul
Emre Toğrul

Dünyada ‘SANMAK’tan hüzünlü fiil yok,
Ne güzel söylemiş yazar.
Bilmek ve anlamanın önündeki devasa duvar,
Öylesine bir duvar ki, ördükçe örülür melun,
Öyle yükselir ki, aşması imkansızlaşır, zulüm,
SANMAK, nasıl bir aldanmadır SANMAK.
Vallahi ben onu öyle SANIYORDUM,
ZANNETİM ki,
VARSAYIYORUM da,
FARZ EDELİM,
Devamlı bir kandırmaca hayatımızı sarmış,
Kesif bir akıl tutulması gözümüzü kapamış,
Nasıl bir tembellik, nasıl bir bahanedir bu,
San-ma be adam, san-ma, gerçek mi bil.
Var sayma, var mı yok mu bir bak araştır.
Farz etme, zannetme özüne in a güzel insan.
SANMAK, en büyük yalanımız elde kalan…

∞Ω∞

‘’Hiç anlamamak, anladığını zannetmekten iyidir’’,
Ne kadar doğru söylemiş bilge adam.
Doxa (sanı) Epistemeyi ( bilgi) hep yenmiş.
‘Farz ediyorum’un bilinmezden çıkış noktasına,
‘Varsayalım’ın tahmine dayanan başlangıcına,
‘Öyle zannediyorum’un kesin olmayan bilgisine,
Hülasa; ‘SANMA’nın sığ tembelliğine sığınmışız.
Nasıl bir ilüzyondur, dünyayı boydan boya sarmış.
Hiçbirşeyin gerçek kökünü, özünü merak etmiyoruz,
Nereden geldiğini, niçinini, hakikatanini sorgulamıyor,
Parçalarını, bileşenini, oluşturanını irdelemiyoruz.
Sanma, farz etme, zannetme o kadar kolay ki, rahat ki;
Sormamız, sorgulamamız bilginin köküne yönelik değil.
‘Yani ?’ deme , asıl meali merak hasletimiz nakıslarda,
Dikkatle bakma, anlayarak dinleme, idrak tembelleriyiz.
Soramıyoruz, sormak düşünmeyi gerektirdiğinden,
Utanıyoruz çünkü bilmediğimizin anlaşılmasından,
Hemen inanıyoruz sandığımız şeyi çağrıştıran neyse.
Enformasyonu bilgi sanacak kadar yüzeyelleşen aklımız,
Elifi mertek sanmanın binbir çeşidini icat etmiş.
Aaa ! Sanıyorduk ki öyle, nasıl olur yahu?
Hadi yaaa! Zannetmiştik ki böyle ,
Halbuki biz onu öyle farz etmiştik, hayret…
Zan ve kıyasla hükmetmek şark kurnazlığımızın çolağı,
Dostlar; duyular değil akıldır bilgi edinmenin yolağı…

∞Ω∞

Evet; eskiden günlük yaşamda, ömrün tümü üzerinde,
İlişkilerimizden, kişisel bütünlüğümüz bağlamında,
Doğa, evren, sağlık, eğitim, politika, ekonomi anlamında,
İçgüdüsel ya da aktarılmış SANILARLA iyi kötü yaşıyorduk.
Çünkü hakikati bilmemenin zararı bir tek kendimizeydi.
Bu yüzyıl çok ilginç dostlarım, dikkat!
İçinde bulunduğumuz bu bilgi çağı içinde,
Eğreti, salt duyusal gözlemle algılanan sanıların aksine,
İşin akıl yoluyla özümsenebilecek hakikati var ya,
Hani deneyimlemeler, düşünme ve sorgulamalarla gelişen,
Zihnin bu gerçekçi faaliyetine artık mutlak ihtiyaç var.
SANMAYIN Kİ, gerçek bilgiye ulaşmak artık bir tık ötede,
ZANNETMEYİN herşeyin ıcığını cıcığını anında öğrenebiliyoruz.
Hiç de bizim VARSAYDIĞIMIZ gibi herşey hap yap kap değil.
O SANMA , ZANNETME kültürümüz o kadar belirgin ki,
Adam, sanmamıza bile fırsat vermeden sandırılabiliyor artık.
Ortalık onu öyle sanmamız, bunu böyle zannetmemiz,
Diğerini bizzat böyle farz etmemizi sağlayacak donelerle,
Gözümüzü gerçeğe kapayacak SANI etiketleriyle dolu.
Eskilerde, hakikaten bilgi kaynaklarının kuruluğundan,
Herşeyi masum masum öyle sandığımız eskilerde,
Kabuğu soyup öze ulaşmanın çok zor olduğu yıllarda,
Hiç olmazsa hakikatin üstünü örteni kaldırmak mümkündü.
Aydınlanmak, gerçeği görebilmek imkanı vardı en azından.
Ama dikkat edin bugün, bilgi ağının parlak sunuşu nedeniyle,
Kendi duyularımızın ötesinde, farklı bir subliminal zerk ile,
Kolaylıkla ‘SANDIRILAN SANIK’lar haline geldik.
Sensör teknolojisi denen, keşfettiği yöntem ve enstrümanlarla,
Duyularımızın süvariliğini devralan sanal bir canavarın,
ZANNETİĞİNİ ralite, VARSAYDIĞINI var sanan SANICI’larıyız.
Masumca öyle zanneden, SON BİR JENERASYON kaldı dünyamızda.
Ve ne yazık ki, sanılanın aksine,
Onlar sanmanın öğrenmeyi imkansız kıldığını vakıf olduğundan,
Gerçek ve ham bilgiyi idrak etme yetileri kirlenmediğinden,
Kandırılmaya daha dirençli ve hakikatin ışığına daha yakınlar…