Şehirleri tanımlamak için anahtar ifadelerden biri Innsbruck Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erol Yıldız’ın kullandığı biçimiyle ‘şehir, göçtür’ olabilir. Gerçekte bütün şehirler zamana yayılmış çeşitli göçlerle oluşmuştur ve dolayısıyla katmanlı göçmenlik hallerinin mekânlarıdır. Bunun bir sonucu olarak şehirlerin hafızası, farklı göçmen grupların, kimliklerin ve kültürlerin izlerini taşır ve bundan dolayı artık bir kısmı silinmiş kültürler dünyasında köklü gezinti yapabilmeye imkân veren bir alandır.
Modernizm, aynı zamanda şehirlerin hafızasına atılmış bir neşter işlevi de görmüş; hemen her şehirde geleneksel kültürler tasfiye edilerek hâkim kimlikle ilişkili olacak şekilde bir ‘hafıza’ yaratılmaya çalışılmıştır. Ulus devlet sistemleri, sınırları içerisinde kurmaya çalıştıkları bu yeni ulusal hafızaya uygun referans sağladığı ölçüde geçmişle ilgilenmiştir. Arkeoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler aracılığıyla bu elverişli geçmiş çeşitli biçimlerde yeniden üretilmiş; hâkim kimlikle ilgili olmayan geleneksel hafıza örnekleri ise ihmal edilmiş, silinmiş veya görünmez alana atılmıştır.
Bundan dolayıdır ki 19. ve 20. yüzyıl modern politikaları birbirine çok benzer kentler üretmiştir. Kışlalar ve Hükümet Konaklarının etrafına dizilmiş okullar, askeri binalar, devlet daireleri ve büyük ölçüde bu mekân ve kurumlarla ilişkili işlev gören işyerlerinden müteşekkil yeni kentler ortaya çıkmıştır. Kentleri yönetmek için ihtiyaç duyulan belediye kurumları da aynı dönemin ürünüdür ve temel işlevlerinden birisi hâkim ulusal kimliğin kentini yaratmak olmuştur. Bu yüzden hemen tüm ulus devletlerin ‘Belediye Yasaları’, merkezi politika ve kimliğin yerelde ikamesini hedefleyen içerikte düzenlenmişlerdir.
Yazının devamını okumak için tıklayın