Yaşar Kemal gitti, Dicle Nehri durdu
Bütün insanları, hayatı ve edebiyatı coşkuyla kucaklamış, hepsini de kucağına sığdırmıştı… Geceyarıları, insanlar uyurken, sokaklar boşaldığında tek başına huzursuz yürüyüşlere çıkardı
Portre, 01 Mart 2015 16:40
Bazı insanlar vardır, onlar Marmara Denizi, Kız Kulesi, Ağrı Dağı, Dicle Nehri gibi hep orada, doğanın sonsuzluğunun bir parçası olarak duracak sanırsınız… Onlar akıp giden, sürekli değişen toplumun hiç değişmeden aynı yerde duran, gidilecek yolu varlığıyla gösteren heybetli dağlarıdır, o insanlardan biri aniden ayrılıverdiğinde, neredeyse doğanın görüntüsü sarsılır, büyük bir deprem olmuşcasına her şey yerli yerinden oynar.
Yaşar Kemal öyle insanlardan biriydi…
Bu toplumun harcına karışmış, ayrılmaz ve kımıldatılmaz bir varlığı haline gelmişti.
Öldüğünü duyduğumuzda hepimiz aynı büyük sarsıntıyı, Ağrı Dağı birden yokolmuş gibi aynı büyük şaşkınlığı ve aynı büyük kederi hissettik, hepimiz biraz babamızı kaybetmiş gibi olduk.
İçimiz titredi.
Ölümünün ardından çok yazı yazıldı, daha çok da yazılacak.
O yazılarda, o coşkulu yapıyı, onun bütün insanlık sanki kendi çocuğuymuş gibi şefkatli ve alaycı davranışıyla insanları kucaklayışını anlatan anıların şimdi acıya dönüşen gölgelerini görüyoruz.
Bir yazarı tanımak imkânsızdır.
Bir yazarla ilgili söylenen hemen hemen her şey doğrudur ama hiçbiri tam doğru değildir. Gökyüzünü tarif etmeye çalışmak gibidir büyük bir yazarı anlatmaya çalışmak, masmavi olduğunu, parıldadığını, sonsuzluğa doğru genişlediğini de söyleyebilirsiniz, simsiyah olduğunu da, bulutlarla kabardığını da, bazen morumsu renklere büründüğünü de, kar ya da yağmur yağdırdığını da söyleyebilirsiniz. Hepsi doğrudur ama hiçbiri gökyüzünü tek başına tarif etmeye yetmez.
Yaşar Kemal gibi büyük bir yazarı anlatmak da çok zordur.
Sanırım o, edebiyatındaki büyük sihri, hayatına da yansıtmış yazarlardan biriydi.
Sadece Türkiye edebiyatında değil dünya edebiyatında da bir şelaleyi andıran görkemli coşkuyu bir anlatım biçimine dönüştürmüş, insanları ve doğasıyla birlikte bütün hayatı böylesine coşkuyla anlatmış yazar çok azdır.
Öylesine büyülü bir coşkudur ki bu, okuyucuyu yakalayıp çağlayanlarla dolu bir maceraya taşır ve okuyucu hiçbir zaman, o coşkuyu bir romanın içine böylesine ustalıkla yerleştiren görkemli edebî aklı göremez.
Yaşar Kemal, hayatın içinde, insanların arasında dolaşırken de o coşkuyla herkesi kucaklamış, o coşkunun arkasındaki büyük aklın insanları korkutmasına hiç izin vermemiş, neredeyse özenle o aklı ve aklın yarattığı ruhsal girdapları saklamıştı.
Onu sanırım elli yıl kadar önce tanıdım.
Evlerine ilk gittiğimiz günü hatırlıyorum.
Şehrin dışındaki bir gazeteci sitesinde oturuyordu, Orhan Kemal de aynı mahalleye taşınmıştı, biz de oraya taşınacaktık, parasızlık, ülkenin ünlü yazarlarını şehir dışındaki epeyce kötü yapılmış bir siteye hicrete zorluyordu.
O sıralarda ben 13-14 yaşındaydım, Yaşar Kemal de kırklı yaşlarına yaklaşıyordu herhalde ama bana büyük ve yaşlı bir insan gibi gözükmüştü. Evlerini çok beğenmiştim, kilimler, Anadolu’yu hatırlatan eşyalar, modern ışıklarla ve objelerle içiçeydi.
Sonra biz de Basınköy’e taşındık.
Yaşar Kemal, mahalledeki bütün çocukların arkadaşıydı, onlarla birlikte uçurtma uçurur, top oynar, ahbablık ederdi. Onun daha uzaktan gelişini gören bütün çocuklar sevinçle bağırmaya, ona doğru koşmaya başlarlardı.
Yazının devamını okumak için tıklayın