Selin BOZKUT
Pandemi dönemi sonrası kültür ve sanat alanının yol haritası çizen İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü ve Avrupa Kültür Vakfı Başkanı Görgün Taner, “Yeni dönemde bilime, teknolojiye ve özellikle sanata daha çok kaynak ayıracağız” dedi.
Şu an tüm müzeler, konserler, sergiler parmaklarınızın ucunda…
Peki bundan ne kadar keyif alıyoruz? Bu durum, daha ne kadar böyle sürecek? Pandemi dönemi sonrası kültür ve sanat alanının yol haritası nasıl olacak?
Tüm bu soruları ve daha fazlasını konunun otoritesi, İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü ve Avrupa Kültür Vakfı Başkanı Görgün Taner’e sorduk.
İKSV’nin kuruluş tarihçesini anlatabilir misiniz? Kültür sanat camiasında üslendiği rol nedir?
-İstanbul Kültür Sanat Vakfı. 1973 senesinde kuruldu Nejat Eczacıbaşı önderliğinde bir grup sanatçı, iş adamı, girişimci, entelektüel kültür insanın bir araya gelişiyle oluştu. Önce Haziran-Temmuz aylarında gerçekleştirilen “İstanbul Festivali” ile başladı. Sonra allandı budaklandı yıllar içerisinde; 2020’ye geldiğimizde dört büyük festival, 2 bienal, film ekibi, salon İKSV, alt kat gibi çeşitli oluşumları içinde barındıran, kâr amacı gütmeyen kamu yararına bir kültür sanat kuruluşu oldu İKSV. Temel amaçları arasında da hem Türkiye’nin hem dünyanın kültürüne sanatsal üretime katkıda bulunarak ilaveler yapmak ve onu daha da zenginleştirerek geliştirmek hem de Türkiye’de olan sanatsal zenginlerin yurtdışına diğer ülkelerle paylaşmak… Yabancı ülkelerde olanları da Türkiye ile paylaşmak ve bunları gelenekselden moderne doğru bir yolculuk hazırlayarak bir hikâye yazarak izleyicilerle ve sanatseverlerle paylaşmak…
Biraz etkinliklerden bahsedebilir miyiz?
-Festivalleri saymam gerekirse Film Festivali, Tiyatro Festivali, Müzik Festivali, Caz Festivali yanı sıra İstanbul Bienali, İstanbul Tasarım Bienali gerçekleştiriyor İKSV. Aynı zamanda Venedik’teki Türkiye pavyonunun da sorumlusu… Ekim aylarında Film Ekimi gibi bir faaliyeti var. Bunun yanı sıra binasının içinde Nejat Eczacıbaşı binasının içinde şişhanede Salon İKSV adı altında 400 kişilik kapasiteli bir de küçük salonu var. Alt katta da erişime, paylaşmaya ve kültüre açık gençlere erişmeyi sağlayan alt kat İKSV oluşumu var.
2020 için İKSV olarak neler planlamıştınız, planlarınızda ne gibi revizeler oldu?
-Salgınlara baktığınızda, bunlar dünya tarihinde hep olmuş bundan sonra da hep olacak. Sonuncusu da değildi ilki de… Tabii bütün dünya buna hazırlıksız yakalandı. Belki de bütün ülkeler bunu biraz hafife alır gibi oldu. Ama sonra çok inanılmaz bir deneyim ortaya çıktı. Bütün dünya 3 aylığına 2 aylığına ne kadar daha duracaksa durdu. Yani başka zaman bunu yapmaya kalksanız gerçekten olmaz. Bizde bir film festivaliyle başlayıp Haziran’da müzik, Temmuz’da caz, Kasım ayında tiyatro festivali arada Eylül, Ekim’de Tasarım Bienali, Salon İKSV konserleri normal senelik rutin çalışma takvimimizi uyguluyoruz. Uygularken 10 Mart itibariyle biz de çalışanlarla beraber evden çalışmaya başladık. Birçok faaliyeti durdurduk. Film Festivali’ni, Müzik Festivali’ni ve Caz Festivali’ni senenin ilerleyen tarihlerine, şimdilik sonbahar diyoruz ama tabi buna ilerleyen zamanlar hep beraber karar vereceğiz.
Peki sizce kültürel faaliyetlere dönüş ne zaman başlayacak?
-Bu tip dönemlerde çok önemli bir şey var; herkes geçmişte “yaparım” dediği birçok şeyi erteleyip birçok şeyi gözden geçiriyor. Ve bu yeniden gözden geçirdikleriyle beraber de önüne yeni başka ufuklar açılıyor. Mesela eskiden bu görüşmeyi yüz yüze yapardık, organizasyon, trafik derken en az 15-20 dakikamız giderdi. Şimdi Zoom’dan yaparız diyoruz. Bu imkanlar eskiden yok muydu? Vardı. Ama kullanmıyorduk çok fazla. Peki bu böyle nasıl gider? Hep beraber yaşayıp göreceğiz. Ben radikal olarak dünyamız tamamen demiyorum, bunu da kimsenin de bildiğini zannetmiyorum. Ama kesin olarak bildiğim bir şey var. İki tane şey çok öne çıkacak: İlki, önümüzdeki dönemler daha tasarruflu dönemler olacak. İkincisi de son derece sade bir gelecek bizi bekliyor. Her alanda canlı müzik alanında da bu böyle kültürel alanında böyle ekonomide ve diğer alanlarda bence böyle, bunlara uyum sağlayacağız veya bu dönüşümü nasıl gerçekleştireceğimize bakacağız önümüzdeki dönemde. Tüm faaliyetlerimizi sonbahara erteledik. Ve önümüzdeki günlerin bize ne göstereceğine bakacağız. Gün ve gün hafta ve hafta takip ediyoruz. Hem bilim kurumunu hem bilim adamlarını ve birde kültür turizm bakanlığının bu konuda neler dediğini… Ve onlara göre kararlarımızı alacağız. Ama büyük bir geriye dönüş şu anda yaz ayları için mümkün değil; zaten biliyoruz.
Sanatseverlerin kullanımı için birçok kaynağı paylaşıma açtınız. İstanbul Film Festivali olsun alt kattaki çocuklarla ilgili dijital etkinlikler olsun… İlgi görüyor mu?
-Kişisel olarak başka kuşağın insanıyım. Dijitalde değil, gerçek anlamda görüşmek, dokunmak bir arada olmak isteyen bir kuşağın insanlarıyız. Ona bir özlem duyuyoruz. Bu dönem de yeniden gelecek çünkü özellikle kültürel alanda birbirini fark etmenin, geniş avlulara yayılmanın, kamuya açılmanın bir yerde nilüfer gören tabiriyle vatandaş olmanın şartı, aslında bu kamusal alanı başkalarıyla paylaşmak. Sinemaya gittiğin zaman salonda filmden çıkar çıkmaz “of ya ne filmdi” ya da konserden sonra “adam ne çaldı ya” falan diyebilmek… Yanındakiyle bunu paylaşabilmek… Şimdi dijital olarak ne kadar yapabiliyorsun başka. Olanaklar var, genç kuşak bunu istiyor. Her şeye saygımız sonsuz o nedenle tamam.. Ama öbürünün duygusu, iletişimi bambaşka. Sahnedeki sanatçının tiradını attıktan sonra izleyiciden gelen tepkiye göre şöyle bir gerilmesi bile başka bir şeydir. İnsansız ve temassız çok zor olacak şeyler bizim için. Ama dijitale dönelim, dedim ya herkes eskiden yapmadığı ertelediği şeyleri hemen öne alıyor. Ve onlara bakıyor bizde neler varmış gibi. Mesela biz Youtube kanalımızı hareketlendirdik. Bizim 5 bine yakın 4 bin küsur üyemiz varken şu anda 13-14 bini geçti gidiyor.
Neler paylaşıyorsunuz kanaldan?
-Çok önemli bir Leyla Gencer belgeseli mesela… Bundan 2 sene önce Zeynep Oral’ın yazdığı, Selçuk Metin’in yönetmenliğini yaptığı, onu koyduk Youtube kanalımıza. Çeşitli sinemalarda gösteriyorduk zaten. 70 binin üzerinde izleyici buldu. Haldun Taner’in bir belgeseli vardı. Tek perde onu koyduk. Sonra çeşitli disiplinlerdeki arkadaşlarımız bienaldeki sanatçıların bazı videoları, tiyatrolardan çeşitli sanatçıların şiir okumaları, klasik müzik ile ilgili bazı konserler, caz müzik ile ilgili bizim 25. Yıl Özel Konseri’mizin videoları derken burası zenginleşti. Şu anda bu içerik çok takip ediliyor, bu kanallarla. Ama şunu diyebilirsiniz:Şimdi herkes içeride, bizde içerdeyiz sanatçılar da… Ama 3 ay sonra herkes dışarıda olacak. O zaman onlar evde çalmayı kabul edecekler mi? Siz de onları evde seyretmeyi kabul edecek izleyici olabilecek misiniz? Bunları daha sonra tartışacağız.
Dijital dünya bu anlamda gerekli bir mecra değil mi sizce? Birçok avantajı var…
-Doğru… Bizim şimdiye kadar biraz ihmal ettiğimiz bir kanal olan dijital dünya, dijital dönüşüm hepimiz için gerekli. İşleri birçok açıdan kolaylaştırıyor. Bir defa erişimi çok kolaylaştırıyor. Şu anda bizim açtığımız kanala Singapur’dan da birisi ulaşabilir, Çin’den de, Malezya’dan da… Yani koltuk sayısı ile kısıtlanmıyorsunuz. İşte hep artıları var eksileri var. Bunların yanı sıra film festivalinde bu gibi işbirliği yaptık. Çok önemli bir işbirliğiydi. Geçtiğimiz dönemlerde ödül alan 12 tane filmi gösterdik. Bu çalışmaları da zenginleştireceğiz. Önümüzdeki dönemde bunları daha çok düşünüyoruz. Daha çok yapacağımızı düşünüyorum ve bunları da planlıyoruz. Ama dediğim gibi bütün dünya birden bire bunu gösterime açtı. Düşünebiliyor musunuz? Bolşoy Balesi’ni seyredebiliyorsunuz akşam eve gittiğinizde… Nederlands Dans Theater seyrediyorsunuz ya da MoMA’yı geziyorsunuz …… Görmediğiniz şeyleri görebiliyorsunuz. Ama bu içerik bombardımanına da ne kadar tahammül edebilirsiniz? Ne kadarını yalayıp yutabilirsiniz? Ve kendinizi burada nasıl farklılaştırabilirsiniz? Bunlar da yeni dönemim soruları olacak. Biz de bunlara cevap arayacağız. Kurumlar günümüzde nasıl farklılaşabileceklerini, ürettiklerini ve içeriklerini nasıl toplumla daha zengin bir şekilde geniş kitlelerle paylaşabileceklerinin çözümünü bulmak zorundalar artık. Çağımız öyle bir çağ… Bu dönem özelinde konuşursak, şunların önemi çok iyi anlaşıldı. Bir tanesi bilim, bir tanesi sağlık, bir tanesi sanat, bir tanesi de teknoloji… Yani biz evdeyken bunların değerini daha çok anladık. Ve bunlara pandemi sonrası muhakkak daha fazla kaynak ayırmamız gerektiğini de anladık. Sağlığa daha çok kaynak ayıracağız. Bilime, teknolojiye ve özellikle de sanata daha çok kaynak ayıracağız. Çünkü evde kaldığınız zaman her akşam “ya şunu dinleyelim” ya da “bir yerde bu var bunu seyredelim” ya da “aç işte şurada bilmem ne filmi vardı” diye muhakkak bir sanatsal üretimden şöyle ya da böyle yararlanıyoruz, faydalanıyoruz. Hepimiz daha fazla kitap okuduk. Bu arada tabii bunun da bir doygunluk şeyi var. Bakalım o ne zaman olacak. Belki bazılarına gelmiştir bile, öyle yazılar da okumaya başladım. Beraber izleyip, göreceğiz.
Peki, yeniden hayata karıştığımızda, yeniden konserlere, sinemalara gittiğimizde nasıl bir düzen bekleyecek bizi? Öngörüleriniz nelerdir?
-Bir defa bilim kurulunun ya da bakanlığın ya da kim bizi yönlendirecekse onların bir el kitabı hazırlaması gerekecek. Yani aşağı yukarı bütün kurum ve kuruluşlar, kültür kurumları da onu uygulayacaklar. Müzelere giriş ne olacak? Nasıl olacak? Kaç kişi ile girilecek? Kaç kişi kuyrukta bekleyecek? Bir konser salonuna girilecekse kaç kişi orada izleyecek? Yani koltuklu salonda birkaç kişi koltuk atlayarak mı oturacak? İçeriye girişler nasıl olacak? Bizim de planladığımız bazı şeyler var. Ama tabi bu bence biraz salonların inisiyatifine çok da bırakılabilecek bir şey değil. Çünkü burada konuştuğumuz sağlık… Nasıl AVM’lerin açılışı, nasıl başka yerlerin açılışı, geri dönüşleri için bir planlama varsa, kültürel solanlar işte konser salonları gibi yerler için de muhakkak böyle bir geri dönüş planlaması yapılacak ve biz de ona uyacağız.
Karantina dönemini siz nasıl geçiriyorsunuz? Neler okuyor, neler dinliyorsunuz? Tavsiyeleriniz var mı?
– Dergilere muhakkak bakıyorum ve pandemi alanındaki kitapları böyle biraz karıştırmaya çalışıyorum. Onun haricinde de biraz musiki meraklısı da olduğum için Murat Meriç’in kitaplarını, mesela 2010’ların başında yazdığı bir kitabı buldum. Onu okuyorum. Pop müzik üzerine, Türk popu üzerine.. Tavsiye edeceğim kitaplardan bir diğeri Engin Geçtan’ın “İnsan Olmak” kitabı olabilir. Her sabah gazetelere muhakkak bakıyorum. Dijital olarak şu anda… Bu bağlamda Hafta’ya ve Dünya Gazetesi’ne de başarılar diliyorum. Sesimizi duyurmamıza yardımcı olduğunuz için size de ayrıca teşekkür ederim.
Kaynak: www.dunya.com