Önce İrlanda’nın ikinci dönem seçilen cumhurbaşkanı Michael D. Higgins’in kapsayıcı seçim konuşması dikkatimi çekti. Bencilliğin ve ayrımcılığın yükselişte olduğu bir dönemde diğerkâm ve olabildiğince kapsayıcı içeren konuşmasıyla ikinci yedi yıllık dönemine başlayan sevimli adamın kim olduğunu merak ettim. 1941 doğumlu politikacı aynı zamanda bir şair ve akademisyenmiş. İrlanda İşçi Partisi liderliğini yaparken cumhurbaşkanı seçilince istifa ederek tarafsız cumhurbaşkanı olmuş ve büyük bir kabulle ikinci dönem de aynı göreve devam edecek.
Ardından kendisinin çalkantılı, mücadeleli ve skandallı protest pop yıldızı kariyeri kadar ağabeyi Joseph O’Connor’un, bizde Can’dan Püren Özgören’in ‘Satıcı’ ve Sel’den Süha Sertabiboğlu’nun ‘Denizler Yıldızı’ çevirisini bildiğimiz, aslında on iki kurgu yapıt ve beş kurgu dışı yapıtla üretken ve ilgi çekici yazarlık kariyeriyle de ilgilendiğim, Sinead O’Connor’un Şuheda adıyla İslam’a geçmesinin haberi yayıldı. Hemen de İslam’ın erkek egemen pratiklerini eleştirip kırmaya girişerek üstelik.
Son olarak, doğal olarak benim asıl ilgimi çeken, Man Booker Ödülü Kuzey İrlandalı Anna Burns’ün ‘Milkman’ adlı romanına verildi. Belfast doğumlu Burns, bu üçüncü romanını yazarken devletin sosyal yardımlarından yararlanıyormuş. Ödülü aldıktan sonra verdiği röportajlardan birinde ödül kazandığını gerekli kuruma bildirip artık sosyal yardımların kesilmesine imkan vereceğini belirtmişti.
‘Çok katmanlı, çok temalı bir anlatı’
Romanı ‘Milkman’ çok fazla gerilim yüklü bir coğrafyada, kavgaların ve ayrımların doruğuna çıktığı 1970’lerde bir genç kızın, kendisinden yaşça çok büyük aslında kesinlikle bir sütçü olmayan ama sütçü olarak anılan bir istihbarat görevlisi tarafından yakından taciz ve takip edilmesi sürecinde, asıl olarak toplumlarıyla, aileleriyle, erkeklikler ve kadınlıklarla, kimlik ve kavga siyasetleriyle nasıl başa çıkabildiğini ele alıyor.
Çok katmanlı, çok temalı bir anlatıyı, kendisine özgü bir mizah ve anlatma şevkiyle kurgulayabilen Anna Burns, ödülle dikkati çekerken edebiyatının hiç de boş olmadığını okura kısa sürede sezdirebiliyor. Son yıllarda Man Booker’a layık görülen metinlerde çok veçheli bir doluluk dikkati çekiyor ve Anna Burns de istisna değil.
İrlandalılığın, gerek Dublin gerek Belfast merkezli olsun nasıl bir şey olabileceğini, bu son gelişmelerden sonra daha ciddi düşünmeye başladım. Gerek kendi İrlanda tarihi olsun gerek Britanya’yla ilişkileri olsun, popüler kültürden ve haber akışlarından bana süzülenlerden, sadece çok da net olmayan birtakım izlenimler elde edebilmiştim bugüne kadar.
Yazının devamını okumak için tıklayın