Yeterince İyimiyiz
Tüm dünyaya bir parçasını göndermiş,
Her şehri etkilemiş bir yer Londra, bir deja vu,
‘Yahu burayı nerede görmüştüm’ diyorum yine,
Yeni yıla oğlumla girerken, fırsattan istifade,
Londra’yı arşınlıyoruz, yürümenin sihiriyle.
Wallace Koleksiyonu, Regent Parkın dibinde,
1890’da ölen Sir Wallace’ın muhteşem birikimi,
Müzenin içinde yerlerde oturan bi dolu çocuk,
Ben tabletleriyle oynadıkları sanısıyla gülünce,
Oğlum uyarıyor, baba bak diyor;
‘’Tabletlerine müzenin sanat arşivi yüklü,
Gezerek, dinleyerek, sorarak tanıyorlar.’’
Onlarca çocuk iki saate yakın müzede, sessizce,
Biz geziyor, kahve içiyor ve ayrılıyoruz.
Onlar hala pür dikkat Wallace arşivinde,
Tablo, heykel, sanat kim tarafından,
Ne zaman, hangi amaçla, hikaye ne ?
Sorguluyorlar, ne büyük eğitim…
●●●●○○○○●●●●
Bakınız geçmişten bugüne gelmiş, kalmış,
En kalıcı miras; sanat eserleri, yapıları,
Tablolar, besteler, yazınlar, el işi göz nuru.
İnsanın beş duyusuyla algıladığının,
Beyin, gönül ve verilmiş yetenekten geçip,
Eser olarak sunulduğu alan, sanat.
Wallace müzesinde İznik çinisinden,
Bir oda döşenmiş, muhteşem işçilik.
Müzeyi gezen, büyüleniyor o köşede!
Bizdeki oymacılığı, bakırcılığı, çömlekçiliği,
Bizdeki çiniciliği, ebru sanatını, halıcılığı,
Tiyatroyu, orta oyununu, folkloru,
Aslında Anadoluyu değerli kılan herşeyi,
Düşünüyorum da, yazık duyarsızlığımıza !
Sanat hayatın ta kendisi, ta imbiğin dibi,
Sanatsız uygarlık olmaz, olmaz, olmaz.
Dalınca, oğlum elini sırtıma koyuyor,
‘Büyülenmek dedikleri bu işte’diyor…
●●●●○○○○●●●●
Londra’nın en büyük zenginliği sanat,
Tiyatro ve gösteri sanatları kapalı gişe,
Hergün aynısı sahneye koyulan oyun,
Yıl boyu tıklım tıklım salonlarda,
Yaşamın sadece bir kesimini anlatan,
Bir kurgu, yıllarca seyrediliyor, alkışlanıyor.
‘Burada tiyatro oyuncusu olmak’ diyorum,
Oğlum gülüyor, ‘sadece o mu?’ diyor,
Senarist, ışıkçı, kostümcü, biletçi, lotaryci,
‘Sanatla ilgili herhangi birşey ol’ diyor.
Lotary’ye takılınca gülüyor, omuzuma dokunup,
Prince of Wales tiyatrosunun önüne götürüyor.
Oyun; ‘The Book of Mormon’, müzikal komedi,
Konu Hristiyanlıkla inceden dalga geçiyor
Sarayın dibinde uygarlığın kendini eleştirisi,
7 yıldır kapalı gişe oynayan oyuna bilet yok.
Tiyatro, lotary ile hergün 20 bilet dağıtıyor.
Yirmi poundluk bilet için millet üst üste,
Çekilişi yapan görevli tam ‘filim’, mutlu,
Oğlumla gözgöze geliyoruz, gülüyor,
Açtığı kapıdan içeri bakmamdan mutlu,
Babası onun ne demek istediğini anlıyor…
●●●●○○○○●●●●
Gece yarısı Camden Lock’daki otelime dönüyorum.
Bölge, kozmopolit dünya şehrinin bohem kalbi,
‘Sanat yaşamı bu denli güzelleştirirken’ diyorum,
‘Yapanı, çalışanı, seyredeni, toplayanı, ilgileneni,
Kenarından geçen herkesi mutlu ederken’ diyorum,
Ülkem bu mutluluktan niye az pay alır?
Londra’nın yağmuru üzerimde, kulaklık bağırıyor
Amy Winhouse’dan ‘ You know I’m no good’,
‘Biliyorsun, ben iyi değilim’ diyor muhteşem sesiyle,
‘Yoo, biz olağanüstü iyiyiz aslında’,
Londra koca bir sanatevi, devasa bir tiyatro,
İngiliz, sanatın insanını nasıl mutlu ettiğini biliyor.
Peki Anadolu? Anadolu binlerce yıllık devasa galeri!
İngiliz galeriyi parlatırken, biz üstünü örtüyoruz.
Bu hayatta asıl değerlinin ne olduğunu yitirmişiz.
Allahaşkına; Türkiyeyi anlatmak, tanıtmak istesek,
Söylenecek on şeyden dokuzu sanat ve sanatçıdır.
Sadece bir çömlek ustasının, bir çarıkçının eline,
Ertaş’ın, Ergünerin, Say’ın can verdiği müziğe,
Yaşar Kemal’in, Nazım Hikmet’in kalemine,
Baksı, Tahtakuşlar, Koç müzelerinin hikayesine,
İnsanların tualine, çizgisine, fotoğrafına, filmine
İnsanın kendini, ruhunu, doğayı ifadesine
İlgi, saygı duymak, görebilmekten geçiyor yol.
Sanatın aslında, mutluluk için önemsediğimiz,
Çoğu şeyden daha etkin bir klavuz olduğunu,
Kavramak, içselleştirmekten geçiyor yol.
Sanat bir şekilde, her insanın temel ihtiyacı.
Bizim birkaç kablonun yerini değiştirmemiz,
Bize biraz aydınlık gerekiyor, hülasa.
Yoksa ‘yeterince iyiyiz’ yani…