Heykel ve fotoğraf alanında Türkiye’nin yetiştirdiği ender sanatçılar arasında bulunan Murat Günaydın, örsle çekiç arasında kalan bir yaşam öyküsüne sahip…
Mustafa Özke,
Çobanlığın ardından demir yolları için dağda balyozla taş kıran babasının yanında yedi yıl derme çatma bir çadırda yaşamış. Yetersiz beslenme ve zorunlu ilgisizlikten dolayı bir deri bir kemik kalmış.
Beş yaşına kadar hiç yürüyememiş, koşamamış, konuşamamış… Çadır kültürünün getirdiği yoksulluğun kılcal damarlarında yürürken; simitçilikten kundura boyacılığına, tartıcılıktan sinemalarda gazoz satıcılığına kadar yapmadığı iş kalmamış.
Zorlukla okuduğu liseden sonra, piyango biletine isabet eden büyük ikramiye sayesinde üniversiteyi bitirip öğretmen olmuş…
İşte, “Yetiştirdiğim sanatçılar şimdi sanatçı yetiştiriyor” diyen başarılı heykeltıraş Murat Günaydın’ın olumsuzluklardan ders çıkartıp, kendine güzel bir dünya oluşturduğu yaşam öyküsü…
YAŞADIĞINIZ OLUMSUZLUKLARDAN KORKMAYIN!
Toplumda kendisi gibi zorluklarla karşılaşan insanlara, ‘Yaşadığınız olumsuzluklardan korkmayın ve içinizdeki mücadele hırsını kaybetmeyin’ mesajı veren Günaydın, emeği ve alın teriyle çalışan insanların yaşamı boyunca mutlu olacağını dile getirdi.
Günaydın,
“Çocukluğumda yaşadığım tüm olumsuzluklar beni olumlu bir yolculuğa sürükledi. Çobanlığı bıraktıktan sonra demir yolları için çeşitli kentlerde taş kırma işçiliği yapan babamla yedi yıl bir çadırda yaşadım. Hiç insanın bulunmadığı bir ortamda yaşadım. Gelişme çağımda yaşadığım olumsuzluklar yüzünden beş yaşına kadar yürüyemedim, koşamadım ya da konuşamadım. Düşünün! beş yaşında yürümeye ve konuşmaya başlamışım. Bu günlere öyle bir yaşamın içinden çıkıp geldim”dedi.
ARTIK ÖLECEĞİMİ DÜŞÜNMÜŞLER
O gün yaşadığı çaresizliklerin gözlem yeteneğini güçlendirdiğini vurgulayan Günaydın,
“Aslında fotoğraf sanatçılığı da oradan geliyor çünkü sürekli gözlem yapan bir çocuk oldum. Yürüyemedim, koşamadım ama görsel zekâm çok gelişti, ilerledi. Müzik çok gelişmedi bende, çünkü çevremden hiçbir şey duyamadım. Annem ve babam içinde bulundukları durumdan dolayı benimle yeterince ilgilenemediler, zorunlu olarak ilgilenemediler. Konuşmam çok geç başladı. Bu yüzden hep bir yanım eksik kaldı. O günlerde artık öleceğimi bile düşünmüşler. Afrikalı bakımsız bir çocuk olur ya, aynı onun gibi… Hatta götürdükleri doktor, ‘bu çocuğun iğne vurulacak yeri kalmamış’ diye içinde bulunduğum durumu anlatmış. Sonra nineme gönderiyorlar, ninem bana bakıyor. Nineme gitmek benim kurtuluşum oluyor. Orada yeni bir yaşama tutunuyorum”
diye konuştu.
ASIL HİKÂYEM MERSİN’DE BAŞLIYOR
Asıl hikayesinin Mersin’deki ninesine geldikten sonra başladığını dile getiren Günaydın,
“O yıllarda para kazanıyordum, kundura boyacılığı yapıyordum, tartıcılık ve simitçilik yapıyordum. Yazlık sinemalarda gazoz satıcılığı yapıyordum. Hatta o sinemalarda bir dönem çalıştım. Film arşivleri asardım, filmleri keserdim arşiv yapardım. Orada gördüklerim bugün çektiğim fotoğrafların kökenini oluşturuyor. Bu kadar güçlü fotoğrafları çekmem çocuklukta kazandığım becerilerden geliyor. Çocukken oyuncak alacak imkanım olmadığı için kendi oyuncaklarımı hep kendim tasarlardım. Kumdan, taştan, çamurdan oyuncaklar yaptım. Bu benim heykel ve resim becerimi geliştirdi. Gençlik yıllarımdaki heykel ve el sanatları kültürüm de oradan geliyor”
şeklinde konuştu.
İYİ Kİ O YOKSULLUĞU YAŞADIM
Yaşadığı yoksulluğun fotoğraf sanatındaki bakış açısını değiştirdiğini ifade eden Günaydın, şunları söyledi:
“İnsanlar yaşamı boyunca hep olumsuzluklarla karşılaşıyor. O anı olumluya çevirmek çok önemli, işte ben bunu başardım. İsyan ederek değil, olaylar karşısında durum tespiti yaparak başardım. O yoksulluğu yaşamasaydım, sokaklardaki bu güçlü fotoğrafları farklı bakış açısıyla çekemeyecektim. Tabi bunların yanında hayatımda çok sürprizler de oldu. Ben liseyi bitirdikten sonra piyangodan büyük ikramiye çıktı. Üniversiteyi de bu ikramiye sayesinde okudum. O para üniversite yıllarımda elimden tuttu ve bu günlere gelmemin yolunu açtı.”
FOTOĞRAFÇI AYRI FOTOĞRAF SANATÇISI AYRI
Fotoğrafçı ve fotoğraf sanatçısının ayrı kavramlar olduğunu kaydeden heykel ve fotoğraf sanatçısı Günaydın şöyle devam etti:
“Herkes fotoğrafçı olabilir ama fotoğraf sanatçılığı çok ağır bir yükümlülüğü gerektiriyor. Herkes resim yapabilir, heykel yapabilir ama evrensel bakış açısını bulmak sanatçılığı gerektirir. İnsanı anlayabilmek, empati kurabilmek gibi bir şey… Evrensel dilde buluşabilmek, farklı fikirlere saygı duymak ve ön yargılı olmamak önemli. Temelinde bunlar varsa sanatçılığa bir adım atmış oluyorsun. Bu da yetmiyor; farklı olman, kimliğini ve karakterini ortaya koyman gerekiyor. Kendin olabilmen gerekiyor. Ben kendimi sanatçı olarak görmüyorum ama iyi bir eğitimci ve öğretmen olduğumu söyleyebilirim. Çünkü 25 yıldır yaptığım resim öğretmenliğinde çok başarılı sanatçılar ve öğrenciler yetiştirdim. Şimdi o sanatçılar da sanatçı yetiştiriyor. Zaten iyi bir öğretmen yetiştirdiği öğrencileriyle var olur. Bu yönüyle birçok resim öğretmeninin, heykeltıraşın ve fotoğraf sanatçısının yolunu açtım. Onlarla da gurur duyuyorum.”