500 milyon dolarlık şarkılar, projeksiyonlar ve illüzyonlar

Müzikle iştigal etmeyi seçtiklerinden kendilerini şifacı addedip bunu sürekli kafamıza borazanlayanlarla, ticari çıkarını her şeyin önünde tuttuğu ve bunu gizlemediği için yuhalananlar arasındaki çizgi sanıldığı kadar kalın değil. Yine de en azından dünyaya mal olmuş büyük şarkıların yaratıcıları, ihtiyaç duyulmayan konut projelerini değil de sosyal, siyasal, toplumsal ve kültürel açıdan hatırı sayılır etkiler yaratmış bir şeyleri satıyorlar.

Para / Bir suçtur / Adil paylaşın, ama benim pastamdan dilim almayın / Para / Derler ki / Bugün tüm kötülüklerin anasıdır – Money, Pink Floyd (1973)

Müzik neden para ediyor? Şarkılar neden toptan veya perakende olarak meta gibi satılabiliyor? Konser biletlerine neden karaborsada servete eşdeğer paralar ödeniyor? Bazı müzik şirketleri bazı sanatçılara neden uzun vadeli ve akıl almaz boyutlarda yatırımlar yapıyor?

Bunlar, savlar ve kuramlarla dolu bir sürü cevabı olabilecek retorik sorular, hepsinin net ve direkt cevapları yok. Ama konserlerle alakalı olanıyla ilişki kurabilmek ve basit bir cevap vermek daha kolay. Sevdiğiniz bir şarkıcı veya grup bir yerde sahneye çıkarak 1,5-2 saat süreyle şarkılarını söyleyecek. Buna canlı olarak tanıklık ederek alınacak keyif için ödeniyor konser biletine para. Belli bir günde ve saatte, belli bir yerde gerçekleşiyor, sonra bitiyor; net. Diğer sorularaysa çok fazla açıdan bakarak çok fazla sayıda cevap verilebilir ama sanırım en tepeye müziğin milyonlarca insanın duygu ve düşüncelerine derinlemesine ve benzersiz etki edebilmesini koyardım.

İşte o gücü içlerinde hissederek henüz delikanlı yaşlarında insanlığı kapitalizmin fütursuz ve acımasız düzenine karşı durmaya, kitleleri dünyevî ve maddi hırslardan arınmaya çağıran şarkıların yaratıcılarının belli bir yaşa geldikten sonra o şarkıların müteşebbis tüccarlarına dönüşebilmeleriyse hayret verici. Bunu, arkalarına kapitalist sistemin yarattığı en duyarsız ve kârperest kurumları ve kişileri alarak yapmalarıysa muazzam. Milyonlara ruhlarından, hatta bedenlerinden kopan nadide parçalar gibi algılatmayı başardıkları özgün fikir-sanat eserlerini, yani sözlerini ve/veya müziklerini yazdıkları şarkılarını, adetle ya da kiloyla ölçülerek değer biçilen zerzevat gibi satan yaratıcılardan söz ediyorum. Bu arada mevzubahis anlaşmaların tutarlarının 50 milyon dolardan 550 milyon dolara kadar uzanan, uzun vadeli nakit akışı projeksiyonlarına dayanan, çoğunlukla süresiz anlaşmalar olduğunu belirtmekte fayda var. Ne kadar ilginç ki, bu satışlarla son birkaç senede adından en çok söz ettirenlerse 70’lerin devrimci ruhunun müzikal neferleri; Bob Dylan, Paul Simon, Stevie Nicks, Bruce Springsteen, Tina Turner, Neil Young, Fleetwood Mac (eser sahibi üyeleri), Blondie, Sting, Leonard Cohen ve daha niceleri. Üstelik bu saydıklarım yalnızca şarkılarının eser (söz ve beste) yani fikrî haklarını satmış olanlar. Bazı örneklerde, bu eserlerin kaydedilmesiyle meydana gelen fonogram (“master”, ki bu genelde plak şirketlerinde bulunan haklardır) hakları sanatçıda bulunuyorsa bunlar da satılıyor. Hatta, artık hayatta olmayan sanatçıların, hayatlarının zirvesindeyken ürettikleri eserlerin hakları, ölümlerinden sonra otomatik hak sahibine dönüşen varislerince satılıyor. Alan memnun, satan memnunsa ne âlâ memleket, ama kimbilir kaç örnekte mezarlarında ters dönmüşlükleri vardır zavallıların.

Pink Floyd, bir zamanlar

Birden fazla jenerasyonun önemli kesiminin içine işleyip ruhunu şekillendiren şarkıların, sözlerin, bestelerin yaratıcısı ve sahibi Pink Floyd üyeleri, David Gilmour ve Roger Waters’ın onlarca yıldır ihtilaflı ve birbiriyle konuşmuyor olmalarına rağmen geçtiğimiz günlerde ortaya çıkıp grubun şarkı katalogunu 500 milyon Dolar verene satacaklarını söylediler. Ey para, sen ne buzları eritmeye, ne dağları devirmeye kadirsin! Düşünsenize, The Wall gibi bir müzikali ve filmi insanlığa sunmuş olan grup, bu eseri de içeren çuvalı sırtına vurmuş mezata çıkıyor… Olayı bu kadar abartarak dramatize etmemin ve bunun için Pink Floyd örneğini vermemin sebebi, eninde sonunda herkesin yolunu bulmanın derdinde olduğunu anlatabilmek. Müzikle iştigal etmeyi seçtiklerinden kendilerini şifacı addedip bunu sürekli kafamıza borazanlayanlarla, ticari çıkarını her şeyin önünde tuttuğu ve bunu gizlemediği için yuhalananlar arasındaki çizgi sanıldığı kadar kalın değil. Yine de en azından dünyaya mal olmuş büyük şarkıların yaratıcıları, ihtiyaç duyulmayan konut projelerini değil de sosyal, siyasal, toplumsal ve kültürel açıdan hatırı sayılır etkiler yaratmış bir şeyleri satıyorlar.

Günümüzde bazıları var ki, türlü illüzyonlarıyla Mandrake’ye şapkasını ters giydirebilirler. Herhalde kayıtlı müziğin 75 yıllık modern tarihinde, sayısal olarak zirvelere hükmeden şarkı ve şarkıcıların kültürel alanda etkisinin bu kadar az olduğu hiç görülmemiştir. Sektörde ve dinleyicide en sakat algı kayması da burada başlıyor. Ülkemizde de her janrda temsilcilerinden bolca bulunan, sabun köpüğü misali gündelik şarkıların gaz balonu misali gündelikçi şarkıcıları, müzik servislerinde ve sosyal medyada gördükleri sayılara bakarak kendilerini “bir döneme damgalarını vuran” şahsiyetler zannediyorlar. Çalışkanlıkları ve üretkenliklerinden başka elle tutulur pek bir vasıflarını görmekte zorlandığım bu yoz dalgaların çevik sörfçüleri, akarken küplerini doldurdukları için suçlanamaz elbette. Hatta o konudaki maharetleri takdire şayan. Ne de olsa gergin gezegen, tekinsiz zaman. Lakin algoritma ve sanal zekanın adeta devlet aygıtları haline geldiği, verilerin şarkının niteliği dışında birçok şekilde manipüle edilebildiği dijital platformlarda gördükleri sayıların kendilerini mühim ve kalıcı sanmalarına yol açması kendileri açısından biraz riskli gibi. Zira Kaf Dağı’ndan yuvarlanmak sahnede tökezleyip düşüvermeye benzemeyecektir muhtemelen.

Halsey

Peki; düşen, müzik ticaretinin bu zayıf halkalarının kendileri olacaksa ve zamanı gelince eleneceklerse sorun nerde? Sorun bence bir süredir ve hâlâ kalabalık ve gölge etmelerinde. Türkçe sanırım “(hava)gaz(ı)” diye en iyi şekilde ifade edilebilecek “hype” ile beslenen dijital / sosyal platformların, müzik servislerine etkisi sağlıklı değil. En azından işin ciddiye alınabilecek seviyede gelir getiren mekanizmalarına bu kalabalığın ve gölgelerin verdiği zarar yadsınacak boyutta değil. Dijital müzik servislerinin en önemli faydası, dinleyicinin dinlemek istediği hemen her şeyi kolaylıkla, hızlıca ve pratik şekilde bulabilmesiyken, dinleyicinin ne dinlemek istediğini bilmediği durumlarda tematik ve algoritmaya dayalı çalma listelerinde kendisine sunulan şeylerin niteliğiyle ilgili bir problem söz konusu. Kendi yarattığı, dolayısıyla hayran olduğu şeyin zamanla canavara dönüştüğü gibi bu servisleri bu kadar büyüten teknolojik nimetler fazla şımartılınca sosyolojik illetlere dönüşebiliyor. Mesela, her hafta güncellenen “Yeni Çıkışlar” listelerindeki yüzlerce (!) şarkıyı seslendirenlerin yarısından fazlasının “kimsenin duymadığı, kimsenin bilmediği” isimler olması sağlıklı değil. Müziği, şarkıyı, şarkıcıyı kendi iş modelinin başarısı için sadece bir araç olarak kullanan platformları ciddiye alıp bunlar üzerine strateji kurgulayan müzik devleri, yavaş yavaş kendi mezarlarını kazdıklarını, küreklerin de bu platformlar olduğunu fark edebilecek midir acaba? Yakın zamanda ülkemizde konser vererek “gönülleri fetheden” Halsey boyutunda bir sanatçıya bile, şarkısı önce TikTok’ta reaksiyon almadan şarkıyı yayınlatmayan plak şirketi yöneticileri, 50 yıllık şarkılara 300-500 milyon dolarları saçmaktan olacak, nasıl bir akıl tutulması ve baş dönmesi yaşamaktadır kimbilir?

Pink Floyd, bu zamanlar

Öyle bir oyun oynanıyor, müzik öylesine çarçur ediliyor ki, insanın içinden “şarkıyı rahat bırakın” diye haykırmak geliyor. Halbuki müzikle, şarkıyla oynaya oynaya doğurtulan pastadan aldığı paylarla son derece mesut birçok paydaş yanı başımızda duruyor, aramızda geziyor. Pink Floyd, Money (“Para”) adlı şarkısında “don’t take a slice of my pie” (benim pastamdan dilim alma” diyerek eleştirdiği sisteme 50 yıl sonra o pastanın bedelini dikte ediyorsa, belki de dertli gazellere kimsenin ayıracak vakti, kaçıracak keyfi yoktur. Hal böyleyken Halsey’nin bu videoda belirttiği gibi, “everything is marketing”;

https://www.tiktok.com/@halsey/video/7100595685912775979?is_from_webapp=v1&item_id=7100595685912775979&refer=embed&referer_url=https%3A%2F%2Fwww.buzzfeednews.com%2F&referer_url=https%3A%2F%2Fwww.buzzfeednews.com%2Farticle%2Fkelseyweekman%2Fhalsey-tiktok-trend-label-complaint&referer_video_id=7100595685912775979

belki de söylenecek tek şey, kendinden söz ettirmekte kanımca ülkenin bir numaralı taktisyeni Fatih Terim’in veciz sorusundaki gibidir: What can I do, sometimes?


Can Sertoğlu Kimdir?

1975 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi’nden mezuniyetinin ardından The University of Texas at Austin’de Radyo-Televizyon-Sinema ve Ekonomi alanlarında çift lisans aldı. New York’ta Atlantic Records bünyesinde önce Arif Mardin’le, sonra A&R (Artist & Repertoire) departmanında Tori Amos, Stone Temple Pilots, Led Zeppelin, Jewel, Kid Rock gibi sanatçı ve gruplarla çalıştı, eş zamanlı olarak Brooklynli grup World/Inferno Friendship Society’nin menajerliğini yürüttü. 2005 yılında mor ve ötesi’nin menajerliğini üstlenmek üzere Türkiye’ye döndü, grubun üyeleriyle birlikte kurduğu Rakun Müzik’in Genel Müdürü olarak çalıştı. 2015-2018 Puhu TV’nin İçerik Direktörü olarak görev aldı. Türkiye Eğlence Sektörü Derneği (TESDER) üyesi ve derneğin ilk Menajerler Komitesi Başkanıdır. Halihazırda Ferment Records’un kurucu ve yönetici ortağıdır. Bugünlerde, müzik ve müzik sektörü hakkında bildikleri, düşündükleri ve hissettiklerinden yola çıkarak yarı-kurgusal bir metin çalışmasına hazırlanmaktadır. Not: Yazarın eski yazılarına bit.ly/GD-CSe bağlantısı üzerinden ulaşılabilir

https://www.gazeteduvar.com.tr/500-milyon-dolarlik-sarkilar-projeksiyonlar-ve-illuzyonlar-makale-1582397