Şarkının melodisi değil de, sözleri anlamlı gelmeğe başladı mı,
Korkunuz hayattan, hayatı öyle yorumlamaya başlamanızdan.
Hem de yıllarca dinlediğiniz o şarkının,
O yüzlerce kez tekrarladığınız sözlerini,
Kendi hayatınıza ayna yapabiliyorsanız yanmışsınız.
Öyle yanmışsınız ki, artık sizin için tek söylenecek şey:
‘’Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım” bile olabilir.
Bir insana yalnızlığı bu denli güzel anlattıran, aslında belki ,
Her insanın keşfetmesi gerekeni vurgulatan, başka bir insan mıdır,
Yoksa bizzat kendisi midir diye sormaya başlarsanız,
İyice melodinin sesi kısılır, ruh iyice uzaklaşır akıldan.
Hatta sizi zaten sevmeyen birine “beni sevme”,
Sizi çoktan unutmuş birine “beni unut”,
Mezarlığın yolunu bilmeyene;
“Ölürsem kabrime gelme, istemem’’ diyecek kadar uzaklaşır.
Oysa şarkılar dünyadaki anlatımların en güzeli, ifadeleri en sadesidir.
En kolay ezberlenen, kavranan, hatırlanan, tekrarlanan olma mucizesi,
Farklı zamanlarda farklı insanlara benzer hisleri oluşturuverdirmesindedir.
Bir inşaat işçisinin beton harcı karıştırırken söylediği türkü ile,
Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi birinin , aynı anda mırıldandığı tını,
Sizde de aynı böbreküstü salgısına yol açıyorsa, çözüm var demektir.
Entelektüel beyninizin, önyargılarınızın, alışkanlıklarınız hatta dogmalarınızın bile,
Kontrol edemediği felç edici bir durumdur, bu tını söz işbirliği.
Karşıdan iyice savunmasız görünmeye başlarsınız, görebilseniz.
Hergün yaşadığımız hayalkırıklığı ve pişmanlıkları nasıl bir söylemedir ki o,
Her dinlemede yeniden insana tekrar yaptıran o nakarata dayanılmaz,
Nasıl bir öğüt vermedir ki, yıllardır aynı zevkle dinlenir ama bıkılmaz;
‘It’s not time to make a change, just relax and take it easy,
You’re still young, that’s your fault, there’s so much you have to know’’
∞Ω∞
Peki neden illaki söz bizim ve benzerlerimizin tetikleyicisidir.
Klasik müziğin, gelişmiş toplum ve insanlara mal edilmesinin nedeni,
Bu kadar çok uyumlu sesin, benzer hisler oluşturabilmesindeki,
Algılama farkı olsa gerek.
Zira size bizzat emredilen koş bana, sev beni, uçur beni ile,
Yarım yamalak hissedilebilen doğayı,
Vivaldi’nin dört mevsiminde ayrıntılı olarak hissedebilen,
Bir kulağa terfi etmişseniz, vay halinize ki vay.
Kulağınızın kepçesi, salyangozu, zarı farklı değildir hani,
Hayatın bu müzikten gereğinden çok etkilenme döneminde,
Beyin öyle açtır, yürek öyle azmıştır ki,
Her tını vücutta adrenalin olur akar, endorfin olur yakar.
Ama hayattaki tezatları şarkılarda bile yakalayamıyorsan,
Tezadın ta kendisi olmuşsun da haberin yoktur.
Dene dene benleri sayabilenle bir ağızdan sayan,
Zühtü’ye yanabilenle herşeye yanan,
Koyun gibi gördüğü sevgilisinin ardından kuzu gibi meleyebilenseniz,
Herşey kenar süsüdür bu hayatta size.
Loş mekandaki kırmızı elbiseli şarkıcının ‘‘forgive me” sinin,
Bir yaşam olan biteni affetmenize ramak bıraktığını hissettiğiniz an,
Yaşıyorsunuz demektir.
Şarkılar nostaljik yemek borusu yanmaları yada kırık hayallere gark ederse sizi, silkinin.
Serhat türküsü söylerken vatan hasreti,
Ayrılık şarkısı söylerken aşk acısı çekememe pratiğidir şarkılar aslında.
Asıl zorluk başkasının güftesi ve bestesi olmak zorunda olan hayatını yorumlarken,
Aslına uydurmaya çalışmaktır.
Oysa dinlediğin söylediğin her şarkı aslında yalnızca senin şarkındır.
Kendi yazıp, seslerle süslediği, bir de üstüne kendi okuduğu nihavend şarkıyla,
Kalbinde taht kuran adamın da sana benzer kuşkuları vardı, inan.
“Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime”
∞Ω∞
Şarkılar aslında hep seni, beni söyler. Daha fazla anlayabilelim diye,
İçten söyler, güzel söyler ve güzele söyletir kendini.
Amacı, geçmiş ya da geçirilmişe bakmadan yaşama derdindeki insan evladına,
Tınıyla hissettirmek, onu silkeleyip güzelleştirmektir.
Ruh ve bedenin birlikteliği gibidir söz ve müzik.
Laf mı, tını mı demeden, tınıyla lafı aynı anda hissedebilen,
O özel boyutta yaşarsan değme gitsin olur hal.
Ama ruhun bir hissetmez ve bedenin bir oynamaz olursa,
Uygunsuz çalgıların tatsız enstrümental remixlerine döner hayatlar.
Ve eğer bir gün düşünmeye ve hissetmeğe değer bulursan yaşamı,
O sana zorla düşündürüp, hissettirmeden,
Dinlemekten zevk alacağın öyle şarkılar olacaktır ki bazen,
Varlığın, yaşamın, yaşamın anlamının tam karşı kıyısında,
Kendi yok oluşuna bile keyifle bakabilecek kadar olgunlaştıracaktır.
Aynen ölümü “dönülmez akşamın ufkunda, geç bir vakitte,
Hem de son fasılda hissedip, yaşamının nasıl geçmesi gerektiğine,
Artık karışmayan adamın pişmanlık şarkısı gibi…
“Dönülmez akşamın ufkundayım, vakit çok geç,
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.