Rolling Stone Dergisi ve cazın sonu gerçekten geldi mi?

New York Times’ın yazarları arasında en sevdiğim olan Maureen Dowd (Bunun nedenini daha sonra açıklayacağım) 1960’lı 70’li yıllarda modernin tanımını yapan, trendleri belirleyen, kültürün yönünü çizen Rolling Stone dergisinin kurucusu ve sahibi Jan Wenner ile yaptığı söyleşiyi bir süre önce yayınladı. O yıllarda kaçırmadan okumaya çalıştığım derginin eski sahibi Jan Wenner artık yarı emekli hayatı yaşıyor ama hayat tarzı ve beyni neyse ki hala daha sakinleşmemiş. ‘Like a Rolling Stone’ adını verdiği hatıraları 13 Eylül’de yayınlandı. Kitabı ısmarladım. Onu beklerken, söyleşide takıldığım bir konuya girmek istedim bugün.

Haklı olarak derginin çıkmaya başladığı dönemdeki Rock and Roll’un artık bitmiş olduğunu söylen Wenner, onun da sonunun caz gibi olacağını ve bir daha geri gelmeyeceğini söylemiş…

İki müzik türü hakkında da uzman değilim hele ‘Rock and Roll’ hakkında hiç değilim ama caz hakkında çok iyi bir öğrenci olduğumu söyleyebilirim.

İyi bir öğrenci olarak Bay Wenner’ın da ‘Caz öldü mü?’ başlıklı bitmeyen tartışmada ‘Evet öldü’ diyenlerin safında yer aldığını üzülerek gördüm böylece.

Aslında hem ‘Rock and Roll’ hem de cazda aynı yanılgı yaşanıyor. Nasıl ki cazda bir zamanlar gelenekleri belirleyen John Coltrane, Miles Davis, Dizzie Gillispie gibi ustalardan sonra gidilecek bir yer kalmadığı ve onların üstüne yeni bir şey yapılmayacağını düşünenler artık cazın öldüğünü söylüyorlarsa Rock and Roll’da da Rolling Stones, Bob Dylan, Beatles, U2’dan sonra artık bu türde yeni bir şeyler yapılamayacağını düşünenler de bu türün sonuna gelindiğini söylüyorlar.

Cazın taa New Orleans’a uzanan Amerikan kültürüne dayalı türünde sınırlara hakikaten gelinmiş olabilir ama caz dünya müziğine açıldığı takdirde, yeni aletleri de( özellikle ud ve kanun’u) müziğine dahil ettiğinde cazın önü bence hala daha açık.

Ne demek istediğimi biraz sonra açacağım.

Saksafon ve trompet yanında…

Cazın gelişim tarihini incelerseniz bazı enstrümanların aranılan sese karşılık vermesi için orkestraya kademeli olarak ilave edildiğini görürsünüz. Saksafon da trompet de serbest caza geçiş sürecinde bu nedenle grupların standart enstrümanı haline geldiler.

New Orleans’ta başlayıp Kansas City ve Chigago’ya da uğradıktan sonra New York ve San Fransico’da serbest caza geçiş yapan cazda belki de hakikaten bu Amerikan geleneğine dayanan ve standart enstrümanlarla yapılan cazın, hele ustaların paçaları hala daha dinlenmekteyken, sonu gelmiş gibi gözükebilir.

Bunun aşılması için cazın dünya müziği ile sentezler oluşturması gerekecek.

Ortadoğu’ya özgü müzik ile ud ve kanunun kullanıldığı parçalar ile cazda yeni denemeler yapmalarını geleneğe de uygun buluyor ve bütün kalbimle destekliyorum

Bizim coğrafyamıza özgü müzik ve enstrümanların klasik caz formatına açılımlar sağlayacağını düşüyorum ben.

Hatta bizim coğrafyamızın müzisyenlerinin yeni fikirlere açık olan caz ustaları ile buluştuğu takdirde bazıları tarafından öldüğü iddia edilen caz sanatının ölmeyi bırakın devrimci bir büyük yeni atılım dahi yapacağını biliyorum.

Ben şu an bu yazıyı yazarken cazda yenilik arayışlarının sürdürüldüğü New York’tan alıp getirdiğim ‘Letters From Iraq. Oud and String Quarted (Irak’tan Mektuplar. Ud ve Yaylı Sazlar Dörtlüsü) albümünü dinlemekteyim.

Ud sanatçısı Rabin abu Halil’in Arap caz topluluğu ile yaptığı Blue Camel (1992) albümünde bu tür yeni arayışlar içinde olduğunu biliyorum.

Özelikle ud enstrümanının cazın standart formatına eklenmesiyle müthiş işler çıkarılacağına ve olağanüstü yeni yolların açılacağına inanmaktayım.

Onun için caz ölmediği gibi yeni buluşların da eşiğinde

www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut