Ortak akıl, bir yaklaşımın adı. Yöntem, ürün, çözüm geliştirmek için kullanabileceğimiz en etkin araç. Uygulamak için öğretilmesi, öğrenilmesi gereken belli ilkeleri ve yöntemleri var. Ortak akıl yaklaşımının yararı, bir soruya ya da soruna uygulandığında elde edilen sonucun, katkıda bulunan akılların toplamından daha büyük, daha doğru, daha iyi, daha verimli, daha yenilikçi ve yaratıcı olması. Yani ortak akıl, akılların toplamı değil, çarpanı.
Maalesef “Ortak akıl,” katılımcılığın zenginliğini çağrıştırdığı için, gerçekte ortak akla dayanmadan verilen kararların, üretilen çözümlerin, izlenen yönetim yöntemlerinin süsü gibi, bir kalite damgası gibi, kullanılabiliyor. Oysa iyi niyetle bile bireyleri doğru yapılandırılmamış, beyinlerin gerçek katılımının sağlanamadığı toplantılarda bir araya getirerek ortak akıl elde etmek mümkün değil. Ortak akla dayalı sonuç elde etmek için doğru yöntemleri uygulamak gerek; ön yargılardan arınmış, yeteneğin ve yetinin ayırımcılık tanımadığı (cinsiyet, yaş, din, vs), yenileşime (inovasyona) açık, saygılı, korkusuz ve özgür ortamlar yaratmak gerek. Liderlerin, öğretmenlerin koordinatör rolünü üstlenmesi, yönetimin bir görev, bir hizmet olduğu anlayışıyla donanması gerek.
Ortak akıl, basit yöntemlerle uygulanabilen bir yaklaşım olsa da, arkasındaki ilkelerin anlaşılıp özümsenmesini zorlaştıran kültürlerde bir türlü hayata geçemiyor. Çocukların çoğunlukla ataerkil bir ortamda, ama mutlaka bir büyüğün otoritesi altında, büyüdüğü; öğrencilerin öğretmenin bilgi aktardığı ve otorite olduğu okullarda okuduğu; çalışanın ast-üst ilişkisi içinde çalıştığı kültürlerde kendi sözünü seven, tek yetkili-tek etkili olma sevdası ve hırsıyla dolu kimseler yetişmesi beklenir; ortak akıl yaklaşımı tercüme kokulu gelir elbette. Ne kadar yabancı gelirse gelsin, evrimin yönü bu, er geç dayanışmacı, işbirliğine yatkın, ortak aklı uygulayan ayakta kalacak.
Bireylerin saygıyla büyütüldüğü, katılımcı ve çözüm bazlı sistemle eğitildiği, çalışma arkadaşları ile işbirliği içinde yaratıcı, yenileşimci ve üretken olabildiği bir kültüre doğru evrilmek için kuşaklar boyu zamanımız yok. Dünya sahnesinde uygarlığa katkıda bulunmak bir yana, ayakta kalmak için dayanışmayı anlamamız gerek. Dünyanın “Yeni Endüstri Devrimi” dediği, bireysel, yerel, süratli, görece düşük maliyetli, sayısal tasarıma dayalı, sanal, fiziksel ve organik üretimin temel taşı dayanışma. Internet’in, açık erişimin, açık bilimin etkinleştirdiği ortak yenileşim ve tasarım, sosyoekonomik katkı parametrelerini değiştiriyor. Rekabetin kuralı katılımcılık olunca rekabet de dayanışmanın parçası halinde “kıyasıya” yapıcı hale geliyor.
Dev markalarla dünya ekonomisinde boy göstermekle yetinmeyen Güney Kore’nin yenileşim ve girişimciliği bireylere sunan eğitim sistemine ağırlık vermesinden tutun, tarihin en büyük araştırma-geliştirme bütçesini çok uluslu, çok partnerli, çok sektörlü ortaklıklara dayalı projelere ayıran Avrupa Birliği’ne kadar sayısız örnekle 21. Yüzyılın rekabet kurallarının ortak akılla, hızla değiştiğine şahidiz.
İçinde yetişmedik, çaresiz, öğrenmeliyiz.