Sanat hayatının 50’nci yılını kutlayan yönetmen Ali Özgentürk’le baş başa…
Dünyada ödüllere boğulmuş “At”… “Hazal”, “Bekçi”, “Çıplak”, “Balalayka”… Müthiş bir sinema geçmişi. Bu etkili film külliyatının öncesinde kahvelerde, köy meydanlarında, fabrika çıkışlarında oynanan tiyatro oyunları… Türkiye’nin toplumsal yaşamına dair belgeseller… Memleketin hafızasına nakşolmuş senaryolar… Dev isimlerle dostluklar, ortak ürünler… Bu yıl 50’nci sanat yaşamını kutlayan Ali Özgentürk’le konuştuk.
◊ Yıllar boyunca memleketin kültür sanat hayatına yön veren isimlerle beraber olmuşsunuz, beraber üretmişsiniz… Ne dersiniz bu ortaklıklar için?
– “En iyi okul, arkadaşlık okulu” diyebilirim. Özellikle benden yaşça büyük çok arkadaşım oldu. Yılmaz Güney, Can Yücel, Melih Cevdet Anday, Yaşar Abi (Kemal)… “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler” yazmıştı ya Yaşar Abi… Öyle. Ama sakın ümitsizliğe kapılmayın, her zaman vardır güzel insanlar…
◊ Ne öğrendiniz Yaşar Kemal’den?
– Yaşar Kemal’den hayal gücü öğrenilir. Florya’daki o evi hatırlarım hep. Tilda ve Yaşar Kemal’in o evinde çok kaldım… Koluma girerdi; yürürdük. 2.5 saat hiç durmadan anlatırdı; yeni yazacağı romandan babasının öldürülüşüne, birbirine bağlardı tüm konuşmaları… Bir romanın içindeymişsiniz gibi gelirdi. Bir daha doğmaz böyle insanlar… Küçük deliliklerin, büyük cesaretlerin, büyük nefeslerin insanlarıydı onlar…
◊ Türkan Şoray, Tarık Akan, Kemal Sunal… Çok büyük bir kuşak; bugünle karşılaştırırsanız ne dersiniz?
– Evvela şunu söyleyeyim: Şöhret, starlık değildir… Starlıktaki sevgi bağı farklıdır. Şimdi sinemada star yok. Milyonları etkileyen isimler yok sinemada.
◊ Kıvanç Tatlıtuğ var mesela…
– O ve daha bir sürü isim dizilerden geldi. Sinemayla starlaşmış birisi yok.
◊ Cem Yılmaz desem…
– Cem Yılmaz da stand-up’tan… Bu starlık meselesini esasen sosyolojik olarak incelemek gerekir. Türkan Şoray, Adana’ya indiğinde 500 kişi onu karşılamaya gelir. Sırf görmek için. Cem Yılmaz için mesela yapmazlar bunu. İşte saydın; Kemal Sunal stardı, Tarık Akan stardı… Yürüyemezdik beraber. “Ama onlar geçmişte başarılıydı” demek de olmaz. Star bitmez. Bir star ancak öldüğünde biter. Zaten bu insanlar normal insan değildir.
◊ Nasıl normal değiller?
– Olumsuz anlamda söylemiyorum. Sinema diye bir planetten düşmüş gibilerdir. O benim gecede de söyledim: Ben Türkan Hanım’a bakarak sinemaya âşık oldum. Türkan Hanım bir yürür, onun filmde yürüdüğünü görürsünüz. Kadın çantasında film taşıyor sanki. Bazı insanlarda vardır bu hava.
◊ “Sophia Loren’de var” derler…
– Evet, Sophia Loren’de var, Catherine Deneuve’de var… Bak bir de Sharon Stone’da var ki bizzat şahit oldum buna. Bir gün Cannes’da, festival sırasında otelden denize doğru yürürken, “Ahhh bir şey geçti” dedim. Baktım, Sharon Stone… Bir ışık topu geçiyor gibi. İşte anlattım ya, farklı mahluklar bunlar.
SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM’IN
FİNALİ AZ KALSIN DEĞİŞİYORDU
◊ Atıf Yılmaz’ın çektiği, sizin yönetmen yardımcısı olduğunuz “Selvi Boylum Al Yazmalım”ın senaryosu da size ait. Yalnız bu filmin meşhur finaliyle ilgili enteresan bir ayrıntı var. Türkan Şoray da bir nevi itiraf etti, “Ben filmin o dönemki Yeşilçam filmlerine aykırı finaline itiraz etmiştim. Ali Özgentürk kendi senaryosunda diretti, iyi ki onun istediği oldu” dedi. Neydi bu olay?
– İşte biliyorsun, finalde Türkan’ın oynadığı Asya, tutkuyla âşık olduğu İlyas’ı (Kadir İnanır) değil, ona ve çocuğuna emek veren Cemşit’i (Ahmet Mekin) seçer. Senaryoyu böyle yazmıştım ama filmin çekimleri esnasında Türkan Şoray tutturdu “Asya filmin sonunda Kadir İnanır’a dönsün” diye.
◊ Neden?
– Çünkü star, stara dönermiş! Atıf Abi de onay verdi. “Bir şey yapamam Ali” dedi. “Filminiz de finaliniz de sizin olsun” deyip topladım bavulumu. Dağın başındayız… Yola düştüm. Bir araba gelecek, beni alıp gidecek. Bekliyorum. O sırada Rüçhan Bey’le karşılaştık. O zaman Türkan Hanım’la beraber yaşıyorlardı. “Siz niye çekimde yoksunuz?” diye sordu. Anlattım; “Türkan, Kadir’e döner ve hoş bir final olur ama bu hakikat değil. İşte Rüçhan Bey, siz buradasınız, Türkan Hanım’ın yanındasınız, nasıl sabırla, sevgiyle ilgileniyorsunuz. Sevgi böyle görünen bir şeydir aynı zamanda. Ve bu film için de iyidir. Leyla ile Mecnun efsanesi, kavuşamadıkları için efsanedir. Hikaye böyle böyle seyircide devam eder. Seyirci sinemadan çıkar ama hikayeyi de evine götürür.” Rüçhan Bey bana hak verdi. Sonra da “Ne olur gitmeyin, içiniz rahat olsun, ben Türkan’ı ikna edeceğim” dedi. Etti de.
◊ Peki o meşhur “Sevgi neydi; sevgi iyilikti, dostluktu; sevgi emekti” repliğini de siz mi yazdınız?
– Tabii ki. O da neydi biliyor musun? O sırada ilk eşim Işıl Özgentürk’le evliydim. Atıf Abi bu senaryoyu verdi. Bir sene sürdü yazması. O güne kadar da beş kuruş almış değilim bu işten (gülüyor). Evimize Işıl Hanım bakıyordu. Ben de bebeğimize bakıyordum. 1976 doğumlu ilk kızım. Karda onu, arabasıyla Erenköy Kız Lisesi’nin bahçesine götürüyordum. “Sevgi emekti” işte bebeğime bakmaktan, ona verdiğim emekten doğdu.
Yazının devamını okumak için linke tıkla