Yonca ne kadar cömert bir çiçek. Dirençli ve çok renkli. Bahçede beyaz, sarı, açık ve çingene pembesi dört renkte açıyor. Öndeki limon, üst dairede yaşayan ‘36 doğumlu hanımefendinin torunu Zeynep’in çekirdekten yetiştirdiği, minicikken bahçeye ekmemi rica ettiği limondur; ahhh o eski günler, Ankara’da beybabamın bağı, o meyve ağaçları…
Geçmiş, hayat, özlem, şükür. Haftada bir gün trombosit yüklemesi için hastaneye götürülüyor. Bahçeye gece geç saatte uğrayan, hımmm hımmm sesler çıkaran bir hayvan var dedim de avuçlarını göğsünde birleştirip ah inşallah Gelincik’tir, çok güzel bir hayvandır dedi, yüz, göz gülüyor… Beybabamın bağına Gelincik gelince, rahmetli annem geldin mi güzel kızım derdi. Hanımefendi akrepleri bile seviyor. Hiçbir şey yapmaz, yeter ki ondan korkma, bir zarar verme.
Ben bu limonu doğru usulle budamayı bilmiyorum, boy verip duruyor. Yaprakları diğer limonlarıma göre daha büyük. Henüz çiçek vermedi. Aşı yapılmazsa turunç çıkar, değil mi? Beş on tane verse bana yeter. Kahvaltıda yeşil zeytinin üstüne sıkarım. Ohhh, oh!
Bana bu sevgi baba tarafımdan geliyor. Hepsi de bahçe işleriyle uğraşır, yaşadıkları mekanda eker, biçerler, aşı yapmayı, kaktüsleri çiçeklendirmeyi bilirler; tutku ordan geliyor. Ama ağaçları, bitkileri bana annemin babası olan dedem öğretti. Çocukken yaylaya giderdim dede ve büyükannemle. Büyücek bir bahçesi vardır. Bir bölümü asmalar. Yaz sonuna doğru üzümler. Urum dutu, ceviz, kiraz- hem beyaz hem vişne- kızılcık, elma, çınar, erik-hem tatlı hem ekşi- Kirazlar yağmur görürse kurtlanır. O günlerden edinilen bir bilgi. En çok da beyaz kiraz.
Dedem tek tek anlatırdı. Kızılcığa yaklaşmayın; yılan gölgesini sever, ceviz ağacının altında uyumayın; iyi gelmez. Bizimle zaman geçirirdi. Elinde bastonu. Bir gün pardının yanındayız. Pardı, tahtadan yapılmış- ahşap- bir çittir bu arada, dedem kolunu pardının üstüne dayamış. Demek ki sıcakça bir gündü; üstünde yarım kollu bir gömlek. Hop hop hoplamaya başladı. Bütün bedeni titriyor. Meğer minicik bir kertenkele pardıdan eline yürümüş, teni sevmiş, devam ediyor. Neyse birkaç hamlede yere attı.
Öyle şeylerden ürkerdi. Keyiflenince gözleri pırıl pırıl kahkaha atar, hüzünlenince sicim gibi gözyaşı dökerdi.
Bak sen şu marifetli limona, beni nerelere götürdü! Üstelik bahçede ne limon, ne de portakal vardı.