Aslı Akdağ ile belgesel sinemayı konuştuk. Akdağ, “Sermaye ilk bakışta özgürleştiricidir ancak işin aslı bu özgürlük sermayenin geldiği yöne göre de değişebilir” dedi.
İlk gençlik yıllarında, üniversitede tiyatroyla uğraşan Aslı Akdağ, her ne kadar lisans eğitimini hukuk üzerine alsa da sinema yapmak ister. Bu bağlamda bir master eğitimi alan ve sonraki yıllarda yapımcılığa yoğunlaşan Akdağ, yapım şirketleri ve kanallarla çalışmaya başlar. “Sahnede ve kamera arkasında yer aldıkça burada telif hakları alanında sektör bilgisi olan hukukçu ihtiyacını fark ettim. Hukukçu kimliğimi böylece zaman içerisinde edindiğim sektör bilgisi sayesinde sevdiğim alana yöneltebildim ve halen fikri mülkiyet alanında danışmanlık veriyorum” diyen Akdağ, belgesel sinema üzerine çalışmaya devam ediyor.
Son olarak 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de yarışan “Bekleyiş” isimli bir belgesel çeken Akdağ’la bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışı üzerine konuştuk.
‘BELGESELLER, SANATÇIYA KENDİ DÜŞÜNCESİNİ DE KATABİLECEĞİ BİR DÜNYANIN KAPISINI ARALAR’
Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?
Bir bilgi düşünün ki görselleştirilmiş olmakla artık saltı bir kağıt üzerinden çıkıyor ve de daha çok insana hitap edebileceği bir alan buluyor. Bu bence çok heyecan verici. Sanatçıyı kısıtlamak bir yana belgeselleşen bir gerçekliğin artık gerçekliğinden uzaklaştığını dahi iddia edebilirsiniz. Zira bir yönetmenin dahil olduğu bir işte her daim bir kadraj ve dolayısıyla bir bakış açısı da dahil olacaktır işe. Bu kaçınılmaz. Sanatçıyı kısıtlamaktan ziyade sanatçıya kendi düşüncesini de katabileceği bir dünyanın kapısını araladığını düşünüyorum ben belgesellerin. Burada işin içine müzik giriyor, anlatıcının ses tonu. Bir anlatının arkasına bununla alakasız bir görsel koyduğunuzda çok protest bir yere de gidebilir işler, kendi yaptığınızı dahi eleştirebilirsiniz. Belgeselde de kurmacada olduğu üzere çok göstermeci olmaktan kaçındığınız sürece yani izleyicinin zekasına güvenerek kendinizi daha alt metinler üzerinden ifade etmeye gittiğiniz zaman zaten belgeselin dili de kurmacaya yakın bir yere gidiyor. “Bekleyiş” tam da bu açıdan beni tatmin eden bir çalışma oldu, kurgucumuz Yasemin Akıncı’yla uzun sohbetler sonrasında şu anki haline ulaştı film.
Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?
Tabii ki hissediyoruz. Artık eskisi gibi türlerin kesin çizgilerle ayrıldığı bir dünyada değiliz. Yeni medyayla beraber alıştığımız izleme şekilleri de günden güne değişiyor. Bu nedenle daha fazla iç içe geçmiş türleri görüyor olacağız zaman içerisinde. Bunları belgesel ve kurmaca gibi net çizgilerle ayırmayı doğru bulmuyorum. Derdinin ne olduğu noktasından bakmayı deneyebiliriz belki bir süre sonra.
Yazının devamını okumak için tıklayın