Kanalın yanına ekilen kavak hikayelerinin hiç bitmediği şehirdeyiz.
“Çok hastayım teyze!”
“Ne o gızzz! Horoz mu depti? diye soran teyzelerin şehri burası.
Biraz daha eskilere gidersek; her horoz, gendi zibilliğinde gubarır burada ve garip itin guyruğu döşünde gerektir.
Her özdeyiş, öyle olmaya hak kazandırır biçimde hep yerli yerinde, tam da gerektiği anda söylenir. Haklı olsan da el içinde susmayı bileceksin anlamına geldiğini yavaş yavaş öğretir sana bu şehir.
“Dayım, para topluyoruz.”
“Ne için yeğenim?”
“Cami.”
“Kele git! Mektep deseydin seni paraya çimdirirdim.’ diyen amcaların şehri burası. Belki cebinde parası yok, belki arkadaşı Ahmet’i bekliyor çay içmek için ama tok diliyle seni paraya çimdirenlerin şehri. Sıcağı sarı sıcak, yapış yapış… Ağustos ortası; Şakir Paşa’da uçaktan inerken ‘yok yaaa, motorun sıcağıdır bu!’ diyerek bir merdiven inişi kadar kendini avuttuğun bir şehir. Havaalanından çıkışta taksicinin telaşlı, canı tez ve nasırlı eliyle kaptığı bavulun içine bir rahatlık verecek; öyle insanların yaşadığı bir şehir. Hoş geldin!
“Nasıl? Havalar hep böyle çok sıcak mı?”
“Valla abla, dünenn cibinliği kurduk dama. Püfür püfür uyuduk,” der burda abiler. Sıcak ne ki! Ne dokunur onlara, ne şikayetçiymiş gibi görünmeyi severler. Zaten seni yerine koyup, dürüm arası kebap yiyecekler. Kana kana şalgam içecekler. Bi de “ yap bi bici dayım!”
Az biraz sohbete dalarsan anlarsın ki; misal, şu aralar en büyük dertleri Mardinliler.
Sebep? Halin % 80’ini Mardinliler sarmış! O yüzdeler, öyle kararlı bir tonda söylenir ki; sanırsın hemşehrin istatistik uzmanı!
Bu şehirde kocamışlar, ‘ne günlerden ne günlere geldik’ diye iç geçirir. Birinin başına iyi bir şey mi geldi, şansı bol mu? ‘Sıtarası başıma diye kafasını sallar; bildiğiniz star/ yıldız… Bir soruya yanıt mı bulamadı? “Dur bakalım Memed’e soralım, kulağı duyar mı?” der. Allah’ın tüm kızlara -damda gezen deli kız bahtı- vermesi için dua edilir bu kentte. Şık giyinen erkekler hep- mebus gibi- giyinmiştir.
Doğduğum ve büyüdüğüm şehir, şimdilerde, yaşadığım İstanbul’da özlemini anılarımla dindirdiğim şehir, sevgili Adana.
Bir kapı tokmağı konuşur mu?
Tepebağ’da teyzemin gelin geldiği kayınvalidesinin evinin önündeyim. Kapı tokmağını tak tak tak diye vuruyorum; yanımda bir kadın var. Ben onu görüyorum, o beni görmüyor. Bir kat yukarıdan çektiği iple kapıyı açan Hasibe Teyze, “Bre Mediha deminden beri bekliyorum, nerde kaldın?” diye soruyor yanımdaki kadına. O da cümlesinin başında bir bre patlatıp, “Bre Hasibe Abla, 40 tane gırığım var; Abbas’dan gayrı!” diyor. Sessizce yukarı çıkıyoruz. Hoş beş ederlerken birer tarsusi (tarz-ı hususi) kahve içiyorlar; malum çay bardağında. Onlar beni görmüyorlar. Bana kalırsa, ikisi de çok akıllı kadınlar. Daha genç olanı bir şeyler anlatıyor, Hasibe Teyze onun anlattığı her şeye kısa cümlelerle karşılık veriyor, yok yok yanlış anlaşılmasın, cevap değil söylediği, hadisenin niyesini sebebini özetini bammmm diye özetleyen özdeyişler fısıldıyor; varlık varlatır yokluk hırlatır diyor, bayram etiyle köpek tavlanır mı diyor, even iki kere s….r uçkuru da içine kaçar diyor; biliyorum bütün bunların hepsini bir günde söylemesine imkân yok ama bu masal böyle işte; inanıyorsanız okuyun, inanmıyorsanız okumayın çünkü şimdi bu kadarla kalmayıp yıllar önce çekildiği ‘kendi bahçesinden’ hâlâ fısıldadığını söylediğimde hiç inanmazsınız bana.
Masallardaki devler, anka kuşları, yedi başlı canavarlar kadar büyüleyici bir kadın Hasibe Teyze; üstelik teyzemin kaynanası; şu ele yakın duruşa bakın!
Ben kalkıp odadaki ceviz konsolun mermerinde duran kitaba bakıyorum; üstünde kahverengi kemik çerçeveli bir gözlükle; Orhan Kemal/ Evlerden Biri yazıyor. Hiçbir şeye dokunmuyorum. Onlar konuşmaya devam ediyorlar, ben hem iyi hem akıllı hem tedbirli hem artık yaşamak için ne lazımsa öyle bir insan olmayı bu kadınları dinleyerek öğreniyorum; ben onun kör ciğerini bilirim diyor, bana maraz olacağına ele garaz olsun diyor, gönülsüz iti ava salarsan uluya uluya kurt getirir yaavrumm diyor, iti an taşı eline al diyor, garip itin kuyruğu döşünde olur diyor, yavuz itin yarası eksik olmaz diyor, yatırıp usandırmasın bakılıp utandırmasın diyor, Allah el kınamaz ayrılığı versin diyor; Şehrin içinde soluk almış her nefes kendine özgü huyu ve diliyle dünyayı yorumluyor, dünya yüzünde varolan ne varsa, Pandora’nın Kutusu’ndan kaçıp yeryüzüne yayılan ne varsa hepsini yorumluyor. Ben usulca kapıdan çıkarken arkamdan hâlâ sesleri geliyor; gelin geldi de kele kele demesi mi kaldı, sarmısağı gelin etmişler bir yıl kokusu çıkmamış, anan sarmısak baban soğan nerden geliyor bu mis gibi koku, bilirim deyip dürtünene kadar bilmem de de kurtul…
Bu şehri seviyorum. Tanıştığım her insana ettiğim ilk üç cümlenin içinde ‘ben Adanalıyım’ diyorum. Ben bu masallar kentini dinlemeyi seviyorum. Merhaba Adana, merhaba Adana’nın yüz yıla yakındır ışıldayan habercisi Yeni Adna.
Saniye Akay Demirel
Kaynak: nanisko.com